Nerdeyim?

3 Eylül 2013 Salı

Mini Bulgaristan Gezisi (3) - Ruse & Varna

Sabah güzel otelimizde yine bulutlu bir güne uyandık. Saat 7'dir dedik açar dedik aldırmadık. Dün akşamdan sipariş verdiğimiz kahvaltılarımızı ettik - ben tabii cicipapa yedim. Annem tost istemişti. Pizza yapmışlar elleri değmişken (meğer buralarda tost A4 kağıdı boyutunda bir şeymiş), annen de onu götürdü. 8buçukta otogardan Ruse minibüsünün geçtiğini öğrenmiştik. Niyet ona yetişmek. Bu arada resmen otelimizden ayrılacağımıza üzüldük. Resepsiyondaki Silvia elimiz ayağımız haline geldi. Herşeyimizi ayarladı. Çok da güzel İngilizce konuşuyor. Çok sevdik kendisini. Odamız da tertemizdi. Mutfak da şahaneydi. 2 gece 2 kişi için topu topu 50 Euro ödeyince de iyice sevdik burayı. Meğer Varna'da başımıza geleceği biliyormuşuz da o kadar üzülmüşüz diye düşünüyorum.

Çağrılan taksiye bindik. Bu arada taksiye binmeden önce pazarlık yapmamızı salık vermişti herkes. Biz de uyduk tavsiyeye. Sonra şöför rahat biz rahat. Aslında benzin çok ucuz (2.60 levaydı kurşunsuz). Taksi de dolayısıyla ucuz ama yine de taksiciler bazen coşabiliyorlarmış. Cem Yılmaz tarzı oğlanın nişanını yaptık olmasın diye pazarlık etmekte fayda var.

Şöförümüz Silvia'dan aldığı talimat üzerine minibüsü bulup bizi minibüs şöförüne teslim etti ve gitti. Minibüsümüzün levhasında Ruse - Omurtag - Razgrad yazıyor.



Ben başladım minibüs şöförüyle cebelleşmeye kaç para ne zaman kalkar gibilerinden. Baya bir debelendikten sonra anneme 14 leva versene diye seslenince şöför haa Türk müsünüz dedi. Eh be kardeşim. Yoldan binenlerin de yarısı Türk'tü zaten. Ne enteresan yer burası.

Geçtiğimiz yollar Avrupa Birliği fonlarıyla ihya edilmiş yollardandı. Böbrek taşı kum dökmeden yolculuk ettik. Sürekli orda bir köy var uzakta tarzı mini mini evli yerleşim yerlerinden geçtik. Ruse kuzeyde olduğundan yol giderek yeşillendi müthiş güzel oldu. Arada Rasgrad diye bir şehirde mola verildi indi bindi yapıldı. Bir Türk kadın bindi. (Meğer Rasgrad'da çok Türk yaşarmış) Bize Bulgarca bir şeyler sorunca laf açıldı. Orada yaşıyorlarmış, oğlu şu anda müftülüğün düzenlediği bir kuran kursu seyahetiyle Bursa'daymış İstanbul'a dönüyormuş. 20 gün kalmış Ankara'ya da götürmüşler arada. Değirmenin suyunu içten içe merak etmedim değil tabii.

2 saatlik yolculuk sonunda vardık Ruse'ye. (Bazen Rousse de yazılıyor. Kiril yazılışı PyCe gibi bir şey). Bulgaristan'ın büyük kentlerinden burası. Tuna kıyısındaki en büyük kentmiş. Liman kenti olunca havası da bir ayrı idi. Lonely Planet Viyana'dan kopmuş da Tuna'dan süzülüp gelmiş gibi demiş. Viyana'yı görmedim ama biraz mübalaası vardır diye düşünüyorum. Yine de şu ana dek gördüğümüz şehirlerden çok farklı ve çok zarif bulduk Ruse'yi. 2019 Avrupa Kültür Başkenti adayıymış. Tabii adı güzel Tuna Nehri'nin (Bulgarca Dunav) yanında olmasını saymıyorum bile! Parkları bahçeleri insanın içini açıyor. Çok beğendik. Bence yaşanır!

Otogara gelince dönüşümüzü ayarlayalım diye 4 döndük. Biz aslında Varna'ya trenle dönmek istiyorduk. O yüzden önümüze her gelene tren nasıl tren diye sorduk. 4ünden de mi veto yenir. Misal Violeta Napcan treni be kızım takur tukur dedi. Şöförümüz Naapcanız, otobüsle tez varcaanız dedi. Nedense bir sevmiyorlar tren. Annem komünizmi hatırlatıyor herhalde dedi. Biz de pes edip dönüş için otobüs biletimizi aldık. Bileti alırken bir Türk kadıncağız bulduk, ona musallat olduk. O da sağolsun bize biraz anlattı buraları. Bir cadde varmış, o caddeyi tutup meydana inecekmişiz dümdüz. Zaten görecek pek de bir şey yokmuş. Meydanda fontenler varmış. (Ne varmış ne? Annem araya girip çeşme mi onlar dedi. Evet dedi. Fıskiyede anlaştık nihayet.) Sonra da ben de ekmek almağa gitçem zaten deyip işini gücünü bıraktı bizi önce tren garının oraya götürdü. Gar da gar yani. Şehir o kadar yeşil ki net bir resmini çekemedim:


Bu da içi - tabela'da 3. sırada İstanbul yazıyor :)



Çok beğendik. Teyzemiz garın bir Osmanlı Paşası tarafından yapıldığı bilgisini de verdi saolsun. "Zaten hala bile her şey Türkiye'den geliyor. Türkiye çok geriydi şimdi çok ilerledi Bulgaristan çok geri kaldı" diye de tespitte bulundu. Derken bizi saldı Borisova Caddesi'nden aşağı. Büyük ve uzun bir bulvar:



Yolda bir sanat galerisine girdik. Yine gişedeki adamla çatarapatara cebelleşmeler yaşadık. Arada krizi belli edercesine boş dükkanlar olsa da canlı bir cadde. Hava da çok esiyordu. Bir dükkandan hırka aldım. Demeye kalmadı açtı hava hırka bana yük oldu. Ama Burgas'da işime yarayacakmış garip. Caddenin sonunda çok güzel düzenlenmiş bir meydana geldik, Svoboda Meydanı. Kentin ana meydanıymış.  Bir tarafında belediye - yeşil bol demiş miydim:



Bir tarafında mahkeme:


Bir tarafında eski bir ticaret hanı:


Ortasında da bir özgürlük anıtı (anıt bir kadın heykeli - Özgür Bulgaristan'ı temsil ediyormuş):





Kenarlarında trafiğe kapalı yollar bol bol kafeler ve teyzemizin bahsettiği fontenler:




Her şehirde çok güzel fışkiyeler gördük yalnız. İnsan kırmaya kıyamaz.(!) Turist info bulduk yakınında daldık içeri. 2019 aday şehri olduğundan her halde bayağı hazırlıklıydılar, çok yardımcı oldular. Haritalar şahane. Bir sürü kılavuz doluşturdular elimize. Bize yardımcı olan çocuğa sorduk Romanya'ya giden bir barış köprüsü varmış nerdedir? Bi kere o arkadaşlık köprüsü dedi. Sonra bize bir yer tarif etti. En iyi oradan görürsünüz dedi. Biz de yeni haritamız ve yeni malumatımızla yola dizildik. Önce Bulgar kurtarıcılarının bazılarının mezarlarının olduğu Pantheon of Bulgarian Revivalists'e gittik. İçine girmeye mecalimiz yoktu.  Makineyi doğru tutmaya da mecalim yokmuş belli ki:


Sonra çook güzel bir ağaçlıklı yoldan (Saedinenie Bulvarından) yürüdük:


Ve şehrin en büyük parkına geldik. Girişteki tiyatronun tatlı kafesinde bir yemek yedik. Bu tiyatro, sağdaki tatlı yer de kafesi: 


İçi de böyle:


Tarator yemeğe fırsat bulamıştık. Ondan istedik. Bildiğimiz cacık geldi. Soğuk çorba niyetine içiyorlarmış onu. Tadı süperdi. Üzerine de yine küfte yedik. Küfteleri çok güzel buranın. Zaten her gün yesem bıkmam.



Sonra daldık Mladezhki Parkına. Bu ne güzel park Allah'ım! İçinde çocuk parkları var bir sürü. Ara ara kafeler. İstanbul'da şöyle bir yer olsa içinden çıkmam. Bu arada gezdiğimiz her şehirde ortalık çocuk parkı dolu. Her meydanda çocukların binebileceği kiralık minik arabalar var. Her yer çocukla gitmeye müsait. Ve insanlar sürekli çocuklarıyla sokaktalar. Çok ilgililer veletleriyle. Her yer çocuk o yüzden. Ama bizdeki gibi ANNEEAAA çocuk değil. Dur yapma evladım anneleri de değil. Çocuklar ortalarda serbest koşuşturuyorlar. Anneler babalar biraz uzaktan bakıyorlar. Çocukar da zırlamıyorlar. Parka dönelim. Ve biraz haset yapalım:






Parkta gezine gezine tourist info'daki çocuğun tavsiye ettiği yere gittik. Tuna nehrini gördük karşı kıyısında Romanya'yı gördük aradaki arkadaşlık köprüsünü de gördük (2. resimde gözlerinizi kısarak ufka bakınız). Görüntü oldukça endüstriyeldi ama ben de annem de adımın nehrine kavuştuğuza mutlu olduk. 






Sonra parkın içindeki Ulaşım Müzesine gittik. Meğer burası Bulgaristan'ın ilk tren istasyonuymuş - Osmanlı'nın da ilk tren istasyonu olduğunu okudum.  Işıl ışıl bir rehber (sanırız müze müdürydü) bize 1864'te yapıldığını söyledi.   Dışardan:


İstasyonun dışında da trenler sergileniyor. Her tren ayrı ücretliydi ayrıca resim çektirmeye de ücret istiyorlardı. Biz de buraya gelme hedefimiz olan Abdülaziz'in treninde gezindik. Bu trenle buradan Varna'ya gelmiş kendisi. Iki kabini vardı oradaki vagonun biri zabitleri biri de haremi için imiş.  




Vagonun dışardan insansız resmini çekmemişim - renkleri çok güzel görün istedim:




Burayı gezdiğimize çok mutlu olduk, yandan akan Tuna'ya baktık baktık ve ayrıldık.

Ruse turumuzu tamamlarken yine başka güzel bir meydanın içinde olan Opera Evi'ni ve Sveta Troitsa'yı (Kutsal Üçlü Kilisesini) de gördük. 

 



 
4'te kalkan otobüsümüze yetişmek için otogara vardık. Türkiye'de bir otogar olsa anca böyle olurdu:



Ruse'yi çok severek arkamızda bıraktık.

Şimdi hedef Varna. Ben büyük şehre gidiyoruz, Nazım'ı hatırlayacağız ağır ağır diye seviniyordum. O yüzden her yeri ayrı lıngırdayan dandik otobüse tınmıyorum. Lıngırdak otobüsün levhası, Ruse - Razgrad - Varna:



Fakat 2 saat süren yolculuktan sonra tuhaf bir şehre girdik. Eski desen değil ama modern desen değil binalar. AVM'si falan var ama eğreti. Tuhaf. İndik otobüsten. Yarın için Burgaz'a giden bileti almaya niyet ettik. Turist info'da Sovyet döneminden beri yerinden kalkmamış İngilizce duyunca annesine küfretmiş gibi davranan uyuz bir teyze. Bize bişiler çiziktirdi kağıda. Yazısı da uyuz kendi gibi. Bizi başından attı. Ara tara bulamadık yazdığı şirketi. Bulsak ne olacak her yer kapalı. Nişikli Turizm'de çalışan kızcağıza sorduk. Oo dedi saat 6 oldu. Herkes gider burda 5'te, yazan şirketi de bilmiyorum. Ruse'ye gittiğimiz gibi minibüs olacak herhalde deyip dert etmedik pek. Burası çok turistik hemen otel buluruz diye otelimizi ayarlamamıştık. Sorduklarımız da bir otel tavsiye edemedi. Lonely Planet'ten bir otel seçip, taksiyle pazarlık yapıp gittik oraya. Yer yok. Peki. Öneriniz var mı? Var. Yazdı verdi. Biz de tırtır valizlerle çıktık. Bahsettiği otelleri bulamadık. Mecalimiz kalmadı. Birinin şurda bir otel var dediği şehrin merkezinin sahile en yakın bölümünde hüeyyla gibi dev anası bir otelden giriş yaptık. Ay nasıl çirkin 25 katlı bir beton yığını. Önünde Casino falan yazıyor. Neonları var.


Halimiz yok ya. Gözümüzü kapayıp oda var mı dedik. Var. Annem odayı gördü geldi. 1 gece artık napıcaz dedi. Yerleştik öğretmen evinden bozma fabrika kılıklı otelimize. Adı da Black Sea. Ne orjinalsiniz. Sağda solda Chernomore da yazıyordu. Kişilik bölünmesi yaşayan bir otel. Kendimizi hemen dışarı attık. Sahile yürüyelim dedik. Avamlık şehrin her yerinden akıyor. Bodrum'un bir çirkin tarafı vardır ya öyle. Hani her köşe bir Sarah ile Musa aşkı fırlayıverecekmiş gibi. Nazım görse intihar eder diye düşündük.

Koşa koşa Karadeniz'e kavuştuk. Burada manzara süper. Her yerde kum plajlar. Plajların yanında tesisler. Kafeler barlar falan hoştu.








Her şehirde onlarca olan Happy adında bir fastfood zinciri var. İçinde hem deniz ürünleri hem hamburgerler ve ızgaralar hem de sushi olan kafası karışık bir menüsü var. Haritadan gördüğümüz kadarıyla Varna'da 8 tane. Nedir arkadaş bu Happy, bakalım biz de mutlu olacak mıyız diye girdik biz de deniz kenarındaki Happy'ye. Hakikaten olduk, pek yerel bir şey değil tabii. Ama biz peynirli salatımızdan ve Şumenko'dan şaşmadık. Bulgaristan'da tavuk et balık pek ucuz ve lezzetli diye okumuştu annem. Hakikaten de yediğimiz tüm etler çok güzeldi. Yemeği bitirip mecburiyet caddesine çıktık. Otele döndük. Casinosuna uğramak istedi annem. Bizi üye olarak kaydettiler. Girdik ateri salonundan bozma saçma sapan toz ve sigara kokulu yere. Hayatımda daha önce casinoya girmişliğim yok ama iyi bir casinonun buna benzemediğine eminim. Saçma bi kollu bilgisayar oyunu tadında bir şeyde 10 leva ezip odaya çıktık. Günahını almayayım, oda temizdi. Tez tarafından uyuduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder