Nerdeyim?

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Malezya

Tayland Krabi dolaylarında valizimle bakışadururken uçak biletlerine bakayım dedim. Dünya turu biletimin bir sonraki uçuşu Singapur'dan. Tiger air diye de bir şey var, 50 dolara Krabi'den Singapur'a uçuruyor. Madem öyle ben niye valizimi Singapur'da bırakıp Malezya'yı yine bir küçük sırtçantamla dolaşmıyorum dıye fikrim geldi. Öyle de yaptım. Bir önceki blog yazısını yüklerken nereye gideceğimi bilmiyordum fakat hemen o akşam kendimi Singapur'da buldum ve ertesi gün tanıştığım kocaman bir insan grubuyla beraber Malezya'ya geçtim. Topu topu 1,5 saatlik yolculuk zaten. Tayland'da yeterince ada gördüğüme kanaat getirmiştim ama yine google görsellere bakıp, birilerinin beni kandırmasına izin verip, Tioman adasına gittim. Çok sakin, çok güzel bir yer.


Sahilde sıra sıra iptidai bungalovlar var. Benimki böyleydi.


Hava mükemmeldi. Uzuun süre sahilde kaldık. Güneş battı:


Havanın ne kadar mükemmel olduğuna inanamadım. Sıcak ama sinekleri kovalayacak hafif bir meltem de var. O kadar güzeldi ki odaya gitmek ayıp olacaktı. Bir kaç insanla beraber bungalovlardan pılıyı pırtıyı toplayıp sahilde uyuduk. Uyumadan önce kısa bir süre kafama hindistan cevizi düşmesi sonucu ölür müyüm paranoyası yaşadım. Yatağımı taşıdım. Sonra sabah 7'e kadar deliksiz uyudum. Ne güzelmiş ya dışarda uyumak. Neden hiç yapmamışım acaba?


Ertesi gün snorkel yaparak, bir koydan diğerine yüzerek giderek, ormanda yürüyüş yapıp kuşların lezzetli altılı yedili cibilicibilişakşakşaklarını dinleyerek geçirdik. Bir yandan ayağımı otoban belleyen karıncalardan kurtulmaya çalışırken çektiğim video. İdare ediverin.


Ben akşamüstü uykusunu biraz abartınca gece vakti aşırı dinç uyandım ve o enerjiyi harcamamak için bir kısım delinin peşine takılıp yerleşim olmayan maymun koyunda kamp yapmaya gittim.  Sohbet muhabbet vakit güzel geçerken meltem kesildi ve sandfly denen insanın etini yiyen sinekler ortaya çıktı. Herkes dışarıda uyumaya niyetli olduğundan ben tek kişilik bir çadıra attım kendimi. Çadırın içi bildiğin sauna ama beni yiye yiye bitirmelerini göze alamadım.  Kendimi çadıra tıkıştırırken bir sandfly beni ayağımdan yemeyi becerdi. Yese ne olacak derseniz şöyle diyeyim, 5 gün ayakkabı giyemedim (giymek istediğimden değil de) ve yarasının geçmesi 15 gün aldı. Bu hadiseyi saymazsak çoook güzeldi. İmdat dediğinde kaçabileceğin medeni bir delik olmaması da ayrı güzelmiş. İnsan aklındaki felaket senaryolarını susturmayı öğreniyor.

Sabah 5.45'e kayık ayarlamıştık bizi alıp ana karaya giden tekneye görürsün diye. Saat yerine teknenin pıtpıtına uyandık ve ben ve bir arkadaşım Kuala Lumpur yoluna düştük. Malezya küçük bir ülke olmasına rağmen belli rotaların dışında seyahat etmek çok kolay değil. Tekrar güneye inip kuzeye çıkmak zorunda kaldık. İlk hedefimiz Kuala Lumpur'dan da kuzeye çıkmaktı ama sabah 6'da başlayan seyahatimiz sonucunda akşam 9'da anca Kuala Lumpur'a varabildik. O saatte kuzeye giden tüm otobüsler bitmişti. Tuhaf bir vakitte varınca ve yağmurlu bir havada pis China Town'a düşünce Kuala Lumpur'dan önce bir hazetmedim. Ertesi gün koşa koşa şehir dışına çıkayım istedim ve meşhur bir Hindu tapınağının olduğu Batu mağaralarına gittik. Trenle çok kolay gidiliyor. Zaten Kuala Lumpur'un müthiş bir metro-tren sistemi var. (Bi bizde yok zaten doğru düzgün metro sistemi. Artık kıskanmaktan usandım.) Tapınağa 272 merdivenle çıkılıyor, görülmeye değer bir yer. Maymun istilasına uğramış yalnız, oldukça da agresifler. İnsanın elindeki yemeğe bir atılışları var görmeniz lazım. 





272 basamağı gerisin geri inip müsamere tadında bir Hindu dansı izledik - Hindistan'a giriş dersi oldu bana.



Sonra bir taksiyle anlaşıp adını broşürlerde gördüğümüz Genting Highlands diye bir yere gittik. Adında highlands var ya, ben böyle doğa bayır yayla olacak sanmıştım. Piiii, yanılmanın böylesi. Teleferikle çıkılan bir tepede yanyana yanyana oteller, alışveriş merkezleri ve casinolar. Ay çirkin.


Günbatımı izlemek için dışarı çıkmak istedik. Bi manzara terası bile yok. Otoparkın tepesine çıkıp ordan izledik. Bu arada geri dönüş otobüsleri dolmuştu. Bizim gibi sefiller gitmediği için fazla otobüse gerek görmemişler. Bize de otostop çekmek düştü.  Şansımız da yaver gitti, Çinli bir çift bizi aldı, yolda Çince aşk şarkıları söyleye söyleye bizi Kuala Lumpur'a bıraktılar.

Kuala Lumpur bu sefer bir sevimli gözüktü bana. Sokaklarına, insanlarına biraz daha alıştım sanki. Malezyanın insanları da çeşit çeşit, adada pek anlamamıştım ama başkente gelince dank etti. Baskın halk Malaylar (%60) ama bir yandan bir sürü Çinli (%22) ve bir sürü de Hintli (%8) var. Bir de çok daha uzun süredir Malezya'da bulunan yerliler var, sayıları çok az ama. Farklı kökenli grupları birbirine entegre etmek için 2009'da 'tek ulus' diye bir kampanya başlatılmış. O yüzden gittiğiniz yerde üzerine Malezya bayrağı bezenmiş 1 sayısını göreceksiniz. Ben orda bulunduğum kısa sürede gruplar arasında bir gerginlik hissetmedim ama grupların birbirine karıştığını da görmedim. Din ayrı, kültür ayrı, dil ayrı. Herkes kendi grubunun içinde takılıyor. Fakat samimiyet konusunda Malaylarda ciddi bir farklılık gördüm ve Malayları çok sevdim. Din kardeşiyiz diye iltimas geçmiyorum ama onlar bana geçtiler. Müslümanım deyince herkesten fazla kapı açılıyor. Gayrimüslimlerin sokulmadığı camileri gezdirmekten, indirim yapmaya kadar.

Kuala Lumpur'daki son günümde Petronas kulelerine gidip bakayım dedim. Tabii ki bir kuleye çıkacağım diye sabahın köründe kalkıp sıraya girip bilet alacak halim yoktu. Gittim çevresini tavaf ettim. Evet teyit ediyorum cidden uzun. 


Etkilenmeden devam ettim başka bir manzara kulesine çıktım. Bu manzara kulelerinden bana biraz böö geldi. Zorlama turizm. Ama çıkmaktan da kendimi alamıyorum :)


Akabinde dünyanın en büyük kubbeli camisine gittim. Kuala Lumpur'dan biraz uzak. İnanılmaz huzurlu, bembeyaz, mavili bir camii. Türk'üm deyince bir ihtimamla gezdirdiler. Türkiye bir sürü çini, avize armağan etmiş, özellikle gösterdiler. Zevkli şeylerdi, beğendim. Özellikle caminin kendisi çok huzurluydu. Ayrıca hareketliydi de. Medrese gibi, alt katındaki salonlarda kurslar, konferanslar vardı.









Akşamına Kuala Lumpur'un leş sıcağından ve neminden kaçtım. Kuzeye yollandım. Cameron Highlands'e gittim. Akşamları hırka giymenin gerektiği bir yer çok şükür. Sabah bir yürüyüş turuna yazıldım. Derdimiz dev anası çiçek görmek. Adı rafflesia. Yalnız meretin ömrü 7 gün, bizse yeni açılanını görmek istiyoruz.  2 gün önce orda olsaydım ormanın girişinde açanını görebilecektim ama bana denk geleni ormanın derinliklerinde açılmış olanı. Rehber yürüyüş 3 saat sürecek ve hızlı yürümemiz lazım dedi. Tamam dedik. Döndü arkasını ve koşmaya başladı. Yuhh! Yokuş yukarı 1,5 saat derelerden, derelerin üzerindeki köprümsülerden geçerek koştuk resmen. (Bu sefer düşmedim. 3 saatin sonralarına doğru toprağa oturması rahat mı diye biraz baktım yalnızca şöyle yavaaaşça.)





Sonunda bunu bulduk. Ne kadar büyük görün diye ayaklarımı ölçü yaptım (hostelde bulduğum yürüyüş ayakkabıları):





Bu açılmamışı:



Bu da 7 günlüğü:


Sonra çay tarlalarına gittik. Şimdi biri bu yazıyı babaanneme okusa der ki 'bizum çoyde çay mi yokmiş da, a o kiz dunyanın oteçi ucuna gidey çay cormeye'. Haklısın babaanne. Ama güzeldi :)






En son da yosunlu orman diye bir yere götürdüler. Korku filmlerinden fırlamış bir yer. Yer rutubetten yumuşacık. Trambolin gibi. Biraz mezarlıkta yürüyor hissi yaratıyor.




Gittiğimiz her yer birbirinden güzeldi. Ertesi gün Cameron Highlands'den ve güzel, yağmurlu, serin havasından üzülerek ayrıldım. Kendimi Malezya otobüs ağına teslim edip Singapur'a yollandım. Aklım biraz Malezya'da, karman çorman ama lezzetli mutfağında, dünya tatlısı insanlarında ve çeşit çeşit doğasında kaldı.

2 yorum: