Nerdeyim?

7 Ağustos 2014 Perşembe

Hindistan - VI - Vrindavan

Çek Vrindavan'a dedim ve Hindistan kırsalına daldık. Yine tuhaf insanlar, deli deli manzaralar. Yüzde birini anca yakalayabilmişimdir. İnsanın sabrı varsa Hindistan'da yıllarca gezebilir ve her gün şaşırabilir gibi geliyor bana:






Sağdaki yavrucek ayakta bayılmış:





Vrindavan yerli hac turizminin yoğun olduğu kutsal bir şehir. Her tarafından tapınak fışkırıyor. İlk olarak Iskcon tapınağının misafirhanesine gittim. Girince biri beni haribo diye selamladı. Ya da ben öyle sandım. Nasıl yani, jelibon ayıcık olan haribo mu? Yok canım yanlış duymuşumdur dedim. Neyse o misafirhanede yer yoktu. Bana yardımcı oldular, bütçeme göre başka bir misafirhaneye götürdüler beni. İkinci misafirhanede de beni haribo diye karşıladılar. Delirdim herhalde ben diyorum. 16 gündür tapınak tapınak geziyorum, kimse bana haribo demedi, ne biçim yere düştüm diye kendi kendime söyleniyorum bir yandan. Bir oda buldum kendime, ilk Hindistan yazısında anlatmıştım, yatağımı süpürgeyle süpürdüler, bakakaldım falan. Odaya yerleşince Iskcon tapınağına geri döndüm.

Iskcon tapınağı çok meşhur. Bhaktivedanta Swami diye Hintli bir guru tarafından Krishna'nın felsefesini dünyaya yaymak maksadıyla kuruluyor. Bhktivedanta Swami 60ların ortasında Amerika Birleşik Devletlerine gidip yayma hareketine başlıyor ve çok etkili oluyor. Yurtdışında Hare Krishna, Hare Krishna, Krishna, Krishna, Hare, Hare, Hare Rama, Hare Rama, Rama, Rama, Hare, Hare dörtlüklerini yüzlerce kez söyleyerek zikir yapan, danseden ve minik çanlar çalarak grup halinde gezen kafaları ufak bir atkuyruk hariç kazınmış tipler görürseniz, bunların Iskcon'a bağlı olma olasılığı yüksek. Vrindavan'daki Isckon tapınağı da özel. Kurucusu burada yaşamış çünkü. Böyle bir yer:






Vrindavan'da gördüğüm tek tük yabancıyı da bu tapınakta gördüm zaten.









Bu kadar eğlenceli zikir yapıldığını hayatımda görmemiştim. Bakınız (blogger videolarımı yüklemediği için yeni bir teknolojiye başvuruyorum):





Iskcon'daki akşam aartisi bitince Prem Mandir tapınağındaki akşam seremonisine gittim. Gündüz beyaz olan bu tapınağı gece aydınlatıyorlar ve birkaç saniyede bir farklı cart bir renge bürünüyor. Sonradan okudum, yeni bir tapınak burası, yapımı 10 yıldan fazla sürmüş ve 20 milyon dolar harcanmış. Kocaman bir bahçe, içinde kocaman tapınak. Bahçenin her tarafında Krishna'nın hayatından sahnelerin heykelleri var. Bir de merkezi yayın sistemi sürekli bir dua yayını var.





Tapınağın içine girdim - fotoğraf çekmek kesinlikle yasak, çok da sıkı kontrol ediyorlar. Bu nasıl kalabalık, burada ne oluyor demeye kalmadı kendimi bir kısım Krishna heykelini tavaf eden 100 kadar kişinin ortasında buldum. Artık tapınaktan çıkmam için çok geçti, kendimi kalabalığa bıraktım. Arada ayaklarım yerden kesile kesile ve bir sürü Hintliyle gereğinden fazla yakın temas halinde bu vazifemi de ifa etmiş oldum ve kendimi dışarı attım.

Sonra hoparlörlerden bir şey dendi ve o sırada dışarıda olan 500 civarı kişi haribo!!! diye bağırdı. Hayır zaten tapınak bir mor, bir mavi, bir sarı, bir kırmızı, şekere benziyor, neden şeker adı bağırıyorlar? Yaleppim, deliriyor muyum? Madem öyle, dedim delirmeyeyim, biraz araştırayım. Bir köşe buldum, çömdüm, google paşa ile geçirdiğim bir kaç dakika sonrası anlaşıldı ki bunlar Hari Bol!! diye bağırıyorlar. Tanrının adını zikret demekmiş. Burası da pek kutsal yerler olduğu için herkes birbirini Hari Bol diye selamlıyor. Selamınaleyküme benzer şekilde kullanıyorlar. Ben de hemen adapte oldum, hari bol canım, sana da hari bol.  Fotoğraf mı çektirmek istiyorsun, gel canım hari bol.

Fotoğraf demişken Vrindavan'da neredeyse hiç yabancı olmadığından fotoğraf talepleri tavan yaptı. Ha bire durduruyorlar. Özellikle Prem Mandir'de üst üste geldiler. O sırada beni yine biri durdurdu 'photo click, ok?' diye sordu. Tabii dedim ve 5 kişilik ailenin çevremde sıralanmasını bekliyorum. Ama tüm grupta bir tutukluk oldu, kimse kıpırdamıyor. Yani belli ki onlar da benden bir şey bekliyorlar ama ne olabilir ki. Benim gibi güzel ecnebiyi bulmuşlar çekeceğn tabii, napacağn.. Bakışıyoruz karşılıklı. Dedim noldu? Birbirlerine baktılar, yüzlerinde 'ah yazık deli herhalde! tadında bir bakışla bir daha bana baktılar. Bu arada çevremizde ekstradan bir 10 kişi de hepimize bakıyor. En sonu biri sessizliği bozup yamuk bir İngilizce'yle 'hayır hayır sen bizim resmimizi çek' dedi ve elime fotoğraf makinesini tutuşturdu. Aslında kimsenin benimle fotoğraf çektirmek istemediğini anladığım an başımdan aşağı 100 kova kaynar su döküldü, morararak ve asap bozukluğundan hunharca gülerek kamerayı aldım fotoğraflarını çektim. Bir yandan da bıdı bıdı anlatıyorum, 'ya valla herkes benimle fotoğraf istiyor, siz son 2 saatteki 10. kişisiniz, yemiiin ederim' bıdı bıdı bıdı. He gülüm diye bakıp gülüyorlar bana. Tam artık ordan ufak ufak topuklamak için arkamı döndüm, iki adım ilerde biri fotoğraf istedi, döndüm arkamı 'bakın!! ben deli değilim!! insanlar cidden benimle fotoğraf istiyorlar' diye bağırdım ama bu beni daha deli gösterdi galiba. Of Krishna yaktın beni.. Ama o kadar insanın arasında beni mi buldunuz fotoğraf çektirecek behey gafiller!

Ertesi sabah nehir kıyısında Kesi Ghat'a gideyim dedim. Yanındaki tapınak google'dan çok güzel ve etkileyici gözüküyordu. Tabii oraların terkedilmiş olduğunu bilemezdim. Gittim, nehir kenarında ıssız labirent gibi bir bina. Bir sürü sadhu yatmış buldukları deliklere, tuhaf tuhaf bakıyorlar. Onlardan zarar gelmez de peşime kılıksız bir adam takıldı. Aman gerilmiyorum böyle şeylere artık diyorum kendi kendime. Duruyorum, gitsin diye. O da duruyor, ani bir sağ sol yapıyorum, adam da yapıyor. Bir yandan sürekli nerelisin, ne arıyorsun diye durmadan soru soruyor. La havle. Tam o sırada 4-5 tane kırmızı suratlı boyu benim dizime gelen maymun koşarak geldi karşıdan. Yüz hizama kadar duvarlara tırmanıp tısladılar, bağırdılar suratıma. Meğer arkalarından taş atan çocuklardan kaçıyorlarmış. Çocuklar da uslu durmuyor. Taş atıp vuruyorlar hayvanları. Hayvanlar döndü onlara saldırdı, ortalık toz duman oldu. Araya karışıp bir cırmıkla kuduz olmak işten değil. Sola kırsam maymun, sağa kırsam adam. Tam bir tımarhane. Sakin ol sakin ol diye kendimi telkinleyerek koşaradım çıkış yolu buldum mucizevi bir şekil. Çıktım ama adam yine peşimi bırakmadı. Girdim bir bakkala. Orda oturdum biraz, bu sefer o da gelip bakkala oturdu. Fotoğrafını çekip, uzaktan kumandama yolladım, bana bir şey olursa bundan bil diye. Fotoğrafını çekince kalktı gitti. Sonra bir daha geldi. Ben istifimi bozmayınca defoldu gitti pislik. Bakkalın çırağı bana riksha buldu sağolsun, ben de ona atlayıp kaçtım oralardan.

Tehlikeden yeni çıkmış olmanın verdiği huzurla biraz dükkan bakmak için Loi pazarı adı verilen yere gittim, kendime bilezik, halhal gibi saçma şeyler aldım. Biraz sokak manzaraları:




Son olarak da Vrindavan'ın ana tapınaklarından Bankey Bihari tapınağına uğradım. Müziksiz bir anına denk gelmiştim, Pek etkilenmedim. Bu sırada beni bir guru yanına çağırdı, bana hayatın anlamını söyleyecek sandım. Bir merdiveni gösterip, oraya çık, ordan daha güzel fotoğraf çekersin dedi. Taam o zaman.



Bu inekler de bir şey yiyecek tabii:



Vrindavan'ı kendimce bitirince Delhi Delhi diye bağıran pis mi pis bir halk otobüsüne atlayıp başladığım yere döndüm. Eve varınca ellerimi yıkayayım dedim, halk otobüsünden midir, süpürgeyle süpürülen yataktan mıdır nedir çamurlu su aktı benden. Aklandım, paklandım, son günümü Delhi'de geçirip, pılımı pırtımı da toplayıp eve bir adım daha yaklaşmak için son durağıma doğru yola çıktım.

1 yorum:

  1. Bir solukta Hindistan maceranın hepsini okudum. Uzun yazmışsın, eline sağlık ama bu yüzden aklıma gelen milyon şeyi hatırlayıp da yorum olarak yazamadım. "Don't let anyone disturb your inner peace" tabelası aklımda kalacak gibi. Bir de kazara tavaf edip tam hacı olman çok komik olmuş :)) harika yazı ve fotoğraflar! !

    YanıtlaSil