Nerdeyim?

7 Ağustos 2014 Perşembe

Ürdün - I - Petra

Eve dönmeden önceki son durağım Ürdün. Yıllardır listemde olan Petra'yı görmek için Ürdün'deki aktarmamı 6 günlük bir gezintiye çevirdim. Biraz gümrük memurunun yılışıklığına maruz kalarak vizesiz geçtim sınırdan. Havalimanında sim kart almak için sıra beklerken önümdeki adam 6 ila 15 yaşları arasındaki altı çocuğuna sim kart aldı, el kadar veletler kartları telefonlarına takıp gittiler. Hah dedim tam da atasözlerimizdeki 'bol bulan Arap' profili. 

Uçaktan öğlen olmadan indiğim için bir otobüs bulayım da Petra'ya gideyim diye düşünmüştüm. Zaten ülkenin bir başından diğer başına arabayla 6 saat. Ramazan olduğundan herkese bir rehavet çökmüş, otobüsler seyrek. Önce bir gara, ordan da başka bir gara gideceksin dediler. Üşendim taksiye bindim, kasma Petra'ya götüreyim ben seni, dedi. Aklımdakinden çok daha ucuz bir para söyleyince tamam dedim götür. Gezinin sonundayım ya artık, ammaaaan nolcak deyiverdim. (Fakat Ürdün pahalı, pound kadar değerli paraları var.) Taksiyle 2,5 saat sonra kendimi Petra kasabasında buldum. Yoldan manzaralar eklemek isterdim buraya ama pek bir manzara yok. Ortalıkta hiçbir şey yok. Olay budur:


Welcome to Petra:


Bu da Petra'nın yanında bulunan kasabanın vadisi.


Internetten bir otel beğenmiştim, gittim yerleştim. Ölü sezon zaten - hem yaz ortası hem Ramazan, hem İŞİD ve hem de İsrail'in bir anda kudurması- her yer boş. Bu hep çok işime geldi, koccca Petra'da taş çatlaşın 100 kişi vardı.

Sıcak saati biraz geçirince Petra'ya gireyim dedim. Akşamları Petra by night diye bir gösteri oluyor. Meğer her gece olmuyormuş, şansıma o akşam varmış. Önce Petra'ya giriş için bilet almaya gittim. Efenim Petra antik kentinin girişi 50 dinar, yani 150 TL. 2 günlük istersen 55 dinar, yani 170 TL. Şöyle ağız dolusu küfrederek parayı verdim. Machu Picchu 150 sol'du, yani 115 lira. Dünya harikası olunca böyle oluyor demek. Biz de kişi başına 5 tane yunan sutün başı, 3 tane de bizans sutün başı düştüğünden böyle paralar verince şaşırıyorum.

Petra'nın içine girmeden bir rehber buldum, sen yarın normal yoldan gezersin, ben seni arkalardan götüreyim, Indiana Jones yoluna çıkarayım dedi. Peki dedim. Hiç kimsenin olmadığı yerlerden, rüzgarın kayaları erittiği tepelerden yürüdük de yürüdük.




Cart mavi kertenkele!



Sonra bir yarıktan aradan Petra'nın en meşhur ve nadide bölümü Treasury çıktı karşımıza.


Çok uzaklardan ve tepelerden Roma tiyatrosu:


Sonra yarlardan yarıklardan aşağı Petra'nın asıl meydanına indik. Zaten rehberim çok neşeli bir insandı, bir de ortalarda dolaşan deli Bedeviler de yürüyüşe bayağı bir neşe katıyor. Cidden deliler ama. Zaten merdivenler erimiş, yürürken dikkat etmek lazım. Bir de Bedevi kadın ani hareketler yapınca kaydım düştüm ben. (İlla düşeceksin Tuna!)




Roma tiyatrosunun çimentoyla yapılmış restorasyonu! Unesco alanı olması için yaptıkları başvuru önce bunlar yüzünden reddedilmiş ama sonra biraz düzeltmişler.


Sonra rehberim beni Treasury'nin oraya bıraktı. Şahane bir yapı. İnsanı çok etkiliyor. Ben gittiğimde turistler gitmişti, Petra by night denen gösteri için mumları yakan adamlar vardı sadece. Hava da çok güzeldi, yavaş yavaş yıldızlar çıktı. Deli gibi sevindim, içim içime sığmadı. Yolculuğun ilk günlerindeki gibi ya bak nerdeyim, ne güzel bir yerdeyim, ne iyi ettim de geldim, ne güzel oldu diye içim içimle dansetti.



Tam Treasury'nin yanında bir bakkalımsı bir yer var. Gel çay verelim dediler. Gittim, açım ben dedim. İftar oldu o sırada, bir tabak yemek geldi ortaya, sulu bir tavuk patates yemeği. Ekmek verdiler bana da, ellerimizle yedik onu. Hindistan'da becerememiştim bir türlü elimle yemeği ama yeterince aç değilmişim demek ki. Bir güzel yedim bu sefer. Sonra Petra by night başladı. Saz falan çalıp şarkı söylüyorlar Bedeviler. Çok güzeldi.


Bu arada tesadüf eseri bir yoga gurusunun yanına oturtuldum. Adam meditasyon uzmanıymış. Ordan çıkınca guru abimiz, karısı ve şifacı doktor biriyle yemek yedik. İçimi aydınlattı güzel insanlar.

Ertesi sabah 6'da yola çıktım. Petra'ya normal yoldan girdim. Şöyle dünya güzeli bir kanyondan giriliyor. 1.2 km civarı uzunluğunda müthiş bir kanyon. Hava da tam ısınmamıştı (yani 32-33 dereceydi), seke seke yürüdüm.



Ve o kanyonun arasından Treasury'nin gözüktüğü nefes kesici an:



Gündüz gözüyle Treasury:


Ülker püskevitle taçlandırdığım Bedevi amcaların ikramı sabah çayım:


Sonra Petra'nın içine doğru yürümeye başladım, çok sıcak oldu. Eşekler bile kayaların içine kaçtı:


Roma tiyatrosu

Kayalara oyulmuş evler ve mezarlar - üzerinde merdiven olanlar mezar, ruhların merdivenlerden göğe çıkacağına inanılıyormuş:


Her yer Dali tablosu gibi:


Kral mezarları:






Bizans mozaikleri:




Petra dev gibi gerçekten. En ucuna gitmek isterseniz 7 kilometre yürümeniz lazım. Bir de en sonunda Monastry diye bir tapınak var. 7 kilometreyi yürüdünüz ya, Monastry'ye çıkmak için bir de 850 basamak çıkın bakalım.


Ama sonunda böyle dev gibi güzel bir şeye varıyorsunuz:




Bu oğlan sonra koşup koşup soldaki sutünun tepesine atladı:


İlk baştaki o muhteşem kanyon hariç her yeri eşekle ya da atla da gidebilirsiniz. Ben de Monastry'den 850 basamağı geri indiğimde 6 saattir güneşin alnında yürüyordum ve bayılacak gibiydim. Dünya sevimlisi bir eşeğe bindim. Kanyonun başında beni bıraktı. O kanyonu geri yürümek bana fazla geldi, kapıdan çıktığımda 300 metre uzaktaki otelime gitmek için taksiye bindim.

Bu gezide 5 dünya harikası görmüş şımarık bir insan olarak aklımda şu soru var, ne yani şimdi hem Petra hem Rio'daki İsa heykeli mi dünya harikası? İnsan Petra'yı görünce onu aday yapmaya bile utanır yahu. Neyse Petra beni çok mutlu etti. Müthiş yorgunluğa rağmen içim kımıl kımıl Petra şehrinden ayrıldım.

1 yorum:

  1. Çin Seddinini göreceksin yakın gelecekte - Colloseum'a birlikte gideriz ve böylelikle 7'yi tamamlamış olursun :)

    YanıtlaSil