Dünyanın en yüksek gölünde yüzememek az buçuk içime oturdu
ama yine de Titikaka golüne veda ettim. Kısmet başka göllere.. Isla del sol'den tekneyle tekrar Copacabana'ya
geçtik. La Paz'daki hostele rezervasyon
yapalım diye bir kafeye oturduk. Wifi var mı? 'Var abla.' Sipariş verdik, wifi'a bağlandık. E açılmıyor
sayfalar. 'Aaa ama internet yok. Tüm
bölgede yok yani.' Wifi'yı olan ama
interneti olmayan kafede yemek yedik.
Bana biraz patates pilavdan gına geldi demistim degil mi? Pilavda tereyağı olayı gelmemiş buralara. Bi de kara kara patatesleri var (4,000 çeşit
patates arasından), bildiğin toprak. Allah yazdıysa bozsun. Ama tavuklar inanılmaz. Herhalde özgür gezdikleri için. Biz yine de pizza yedik bu sefer.
La Paz
dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biriymiş.
Bir sürü silahlı soygun hikayesi okudum.
Karanlıktan sonra varmak istemiyorum bu yüzden. Bu arada hayatımda uzun yıllardan sonra ilk defa
havanın ne zaman karardığı önemli bir etmen oldu. Neredeyse hiçbir şehirde hava karardıktan
sonra sokakta tek başıma kalmak istemiyorum.
İster istemez kaldığım oldu ama tüm planlamayı güneşe göre
yapıyorum. Bunun için sanırım
İstanbul'da yaşadığıma şükretmeliyim.
Neyse
Copacabana el kadar yer, La Paz otobüsü arıyoruz. Hesapta hepsi 15 dakikaya
kalkıyor. Birine inandık, bindik. Bekle bekle kalkmaz, kooca otobüsün dolmasını
bekliyormuş meğer. Ooldu, kavga dövüş
(bkz 3 kelime İspanyolca ile çirkeflik) parayı geri aldım. Bir minibüse bindik, dolunca kalktı, minik
bir şey zaten. Tavan da yine Bolivya'lılara göre. En öne oturdum ben. Yolda bir yerde tüm
yereller indi, biz kaldık, ne oluyor demeye kalmadan minibüsü bir tahta sala
yüklediler, Titikaka'nın bir su parçasının üzerinden salla geçtik. Sal karşıya varınca, az önce inen yereller de
çıkageldiler, yayalar başka botla geçiyorlarmış. Ben bütün sal yolculuğu
boyunca eheeheheeehe diye güldüm. Ne
tatlı yaa.
Bu arada şöför adımı öğrendi, 'Tunita müzik seç', salsalı, flütlü ve
akordeonlu müziklerle La Paz'a geldik.
Ya da düştük. Yine (Quito gibi,
Bogota gibi) dağdan yuvarlananın düştüğü bir yere şehir kurmuşlar. Bence bu düştükleri çukurdan çıkmaya
üşeniyorlar, bu yüzden 'e yerleşiverelim' diyorlar. Yoksa bu kadar yükseğe su kaynağı falan yoksa
şehir kurulmaz. Yükseklik 3,800 metre
civarı. Ben Lima'dan beri yavaş yavaş
yükseldiğim için bir sorunum yok. Doğrudan buraya uçsan, oksijensizlikten gaipten kelebekler görürsün maazallah.
Dağlar
dağlar üstüne sıvasız binalar düşünün, daracık yokuş yokuş sokaklar, her ama
her kaldırımda kafalarında fötr şapkaları, kabarık etekleri ve rengarenk
örtüleriyle tezgah açmış teyzeler, kalabalık kalabalık.. İşte öyle bir yer La
Paz. Bolivya'nın 2 başkentinden biri.
Dünyanın en güzel yeri değil kesinlikle ama tuhaf bir çekiciliği var. Kendi
içinde kımıl kımıl bir organizma.
Copacabana'daki
wifi sorunumuz sebebiyle hostelsiz bir şekilde bu karmaşaya düşmüş bulunduk.
Yalnız olmadığıma sevindim sokaklarda dolaşırken. Aklımızda bir hostel var. Sora sora bulduk hosteli 1 saatte. Yer yok. 180 yataklı hostel, nasıl
olmaz. İyi ki de yokmuş, parti hosteli
tabir edilen yerlerden. Ertesi gün barına gittik de gördüklerinden sonra yer
bulamadığıza sevindim. Bir iki besili Anglo-Sakson elimde kalırdı.
Sorduğumuz
üçüncü hostelde yer vardı. Yerleştik. Tur mur ayarlayıp zıbardık. Donmadan zıbarmam icin bana bunu verdiler - en fazla 30 dakika, yoksa yangın cıkıyormus:
Sabah
turumuz geldi bizi 7buçukta aldı. Nereye gidiyoruz? Şu anda kullanımda olmayan,
genelde 3.2 metre genisliginde olan ve dünyanın en çok ölümcül kazası yaşandığı icin adı ölüm
yolu olan yoldan aşağı 60 küsur kilometre bisiklet surmeye. Yol dimdik, o yüzden yer çekimi destekli dağ
bisikleti de diyorlar. Sırf bisiklete binerken ölen 60 kişi olmuş. Gidiş geliş
otobüsler bu yoldan geçerken kaç kişi ölmüş siz hesap edin artık.
Benden baska herkes cok heyecanli. Cok eglenecekler cunku. Benim için
ise durum bambaşka. Şöyle ki ben bisiklete binmeyi 21 yaşında öğrendim, onu da
öğrenmek için öğrendim, yani bırak 60 kilometreyi toplamda 40 kilometre
kullanmışlığım yoktur, dengemi bulana kadar lingir lingir titrerim, vites
olayına hiç hakim değilim, sürerken gidonu bırakıp bir elimi kaldırıp selam
veremem, istediğim yerde durup istediğim yerde kalkamam, 3 yıldır da bisiklete
binmişliğim yok. Hem de bu olay 4,600 metrede başlıyor, hiç
öyle bir yüksekliğe çıkmışlığım yok.
Ama buraya
kadar gelmişim değil mi? Yapayım yani. Turda 2 rehber var, biri önde biri
arkada. Yani beni sürekli biri kontrol edecek. Bir de bizi takip eden araba
var. Belli kontrol noktalarında 'Tanrım!
Yapamıyorum!!' diye kendini arabaya atabilirsin yani. Peki laz kızının inadı ve
gururu ne olacak? Ben kendimi o arabaya atar mıyım? Bakın bakalım atmış mıyım?
Önce bizi
vızır vızır arabaların geçtiği asfaltlı yeni dağ yolunda 40 dakika falan
bisiklete alıştırdılar. Bu arada yol
arkadaşlarım genç ve heyecanlı
oğlan çocukları oldukları için önden yardırıp gittiler. Benimle aynı hostelde
kalan yaşıtım Hollandalı bir kız vardı. O sürekli beni kontrol etti sağolsun.
Ne varsa kadınlarda var. Kızcağız tabii anasının karnından bisikletle doğmuş,
bana bayağı hayret etti. Fakat hep en
arkada olduğum için sürekli bana refakat eden 2. rehber yok yok iyisin iyisin
diye beni gaza getirdi. (Sonradan video
ve resimleri gördüm, hiç de iyi değilim, hiç de eğleniyor gibi
gözükmüyorum, hiç de eğlenmedim zaten.) Asfalt yolda sis içinde
ilerledik. Çoğunlukla görüş mesafemde
kimse yoktu, hem sisten, hem de benim yavaşlığımdan. Sona doğru karşımıza bir
tünel çıktı, bisikletle girmek çok şükür yasakmış, etrafındaki taşlı yoldan
dolanacağız dediler. Alt tarafı 50 metre
olan taş yolu kendimce iyi gidip, sonra yavaşlayadığımdan önündeki kıza
çarpmamak için yoldan saptım ve hakimiyeti kaybettim. Hoş ne hakimiyetiyse o - ben mi bisiklete, o
mu bana hakim belli değil. E madem
bisikletle anlaşamıyoruz, atayım ben bunu dedim ve ilk düşmemi yaşadım. Bisiklet de benim üzerime düştü ama çok
usturuplu düştüğüm için bir güven geldi üzerime.
Sonra asıl ölüm yoluna
çıktık. Ammmaaannn. (Ya bir girin google'dan bakin, ben olmemeye konstrantre oldugum icin resim cekemedim.) Muhteşem bir manzara
fakat bir yanımız hep uçurum, yolsa hep taş ve çamur. Ve derken yağmur başladı.
Yer yer göller, tepemden akan şelaleler!! Olmadı kendimi atarım dediğim banket
önce akarsu, sonra çamur deresine dönüştü.
Bu arada yandan 'Sağından geliyorum, solundan geliyorum' diye bağırarak
bızzzt geçen adrenalin manyakları. (Yanlış anlaşılma olmasın, benden yavaş
insan yoktu o yolda, herkes adrenalin manyağı değil yani. Ama en korkutucusu
toplam 3 saniye gördüğüm fren yapmadan 150 derece viraj dönen insan
suretindekilerdi.)
Keşke yol boyunca aklımın içinden geçenlerin bir ses kaydı
olsaydı da size dinletebilseydim. Dua,
küfür, kendini gazlama, kendine sövme, sürekli telkin, kendine talimat ve
nadiren kendine övgü. Arada hayatımdan parçalar görmüş olabilirim.
Yolun en tehlikeli kısmını kazasız arada zincirimi attırarak
ve bazen istemsiz durarak atlattım. Son
bölüme geldik. Kalktı tabii hemen bir yerim.
Çok virajlı ve taşlı bir yerdi. Dikkatsizlikten koca bir taşın üstünden
geçtim, bana çoook uzun gelen bir süre havada kalıp, dengesiz bir şekilde yere
indim. Hakimiyeti sağlamaya çalışırken
panikleyip düştüm ve yerde 2 metre sürükledim. Canım nasıl yandı! Bisiklet bacağımın üzerine düştü. Önce
kemiğimi kırdı sandım. Sadece anlık
acıymış çok şükür. Zaten fren sıkmaktan canı çıkmış sol elimin baş parmağının
tırnağı tam ortasından yarıya kadar kırıldı.
O hala acıyor, zaten iki elimi de pek kullanamıyorum. Ama eğer bize verdikleri kask, dizlik ve
dirseklik olmasaydı sonuç bambaşka olabilirdi.
Kalktım - hayır ağlamadım - rehber bisikleti topladı, biraz
dağılmıştı zira. Tekrar yola düştüm. Ve karşıdan tam virajda araba geldi. (Evet
trafiğe kapalı burası.) Kendimi can havliyle bankete attım. 3.5 saattir düldülün tepesindeyim, dizlerim
ve ellerim bitmiş vaziyette, verdikleri pantalon ve cekete rağmen sırılsıklamım
ve okkkadar yorgunum ki.. Her in bin beni mahvediyor. Ama bırakmak yok, yine toplandım. Son viraja
yakın bir önceki düşme senaryom tekrar etti, yine sürükledim yerlerde, bisiklet
bacağımın aynı yerine düştü. Gözyaşlarım bırak çıkalım diyorlar ama hayır
ağlamadım.
Haydi yine bisiklet toplandı, bindim düldüle. Bir daha dengemi fena
şekilde kaybettim. Dedim ölmeyim ben, şu virajı yürüyerek geçeyim. Bir döndüm virajı elimde bisiklet, bitmiş
meğer parkur! Son 5 metreyi yürüyerek de olsa bitirmiş oldum. Tahminim aksine bitirince hey hov diye çılgın
atmadım. Resmen çöktüm. Stresten yüzümde zoynk diye sivilce çıktı. Kendime
gelmem 2 saat ve bir bira kadar aldı ama şimdi düşününce aklıma yalnızca
kaskıma tıpır tıpır damlayan şelale suyu, yandan kayan toprağı tahliye etmeye
çalışan kepçeyi durup beklemem, yüzüme vuran rüzgar ve sis, yemyeşil dağlar,
ortasından akan dereler geliyor. Acı geçici işte. Her köşesi orada ölenleri
anmak için konulan haçlarla dolu olan ölüm yolunu bisikletle indim mi ben
inmedim mi? İndim, hem de kendime rağmen indim. Aferim bana! :)
--
Sonrası pek önemli değil. Bizi havuz başı bir yere götürüp
yemek verdiler. Beni evlat edinen arkadaşımla kankalandım biraz orda. Dağın öte
tarafından indiğimiz için dönmemiz 3 saat aldı. Akşam da şu bahsettigim
hostelin barına gittik ama yavan geldi. Tek bir şey dışında, barmen abi bara 30
kadar bira bardağı dizdi. İçlerine biraz bira koyup, bira bardaklarının
tepelerine shot bardakları dizdi. Shot bardaklarının içine de votka doldurdu.
Sonra anons yaptı, gelin bakın ne yapacağım diye. Millet toplaşınca ilk shot bardağına bir
tokat, domino taşı gibi bütün shot bardakları teker teker bira bardaklarının
içine düştüler. Oha! Tamam parti parti seken bir insan değilim de bu herhalde
çok sık görülen bir şey olmasa gerek.
Bana bunca eğlence yeter deyip hostele dönüp yattım.
Ertesi gün La Paz'ı gezdik. Cidden zor şehir. Yani tamam,
pazarları seviyorum da neden tüm şehir, her kaldırım pazar olmuş? Kim alıyor bu
kadar şeyi? Ama güzel alpaka bir bere buldum, aldim, mutlu oldum. :)
Bir pazarda ayaküstü kızarmış tavuk yiyecektik, boş bir yer
bulup çömdüm. Derken yan tezgahtaki teyze kaynar yağa tavuk attı ve üstüme ve
yüzüme yağ sıçradı!! Valla hayatım
gözümün önünden geçti. Yağ o kadar kaynar değilmiş ki iz kalmadı ama heyecan
için dağa falan çıkmaya gerek yok belli ki. La Paz'da dolaş yeter!
Şimdi Uyuni'ye giden rahat bir gece otobüsündeyim. Her Latin Amerika
otobüsünde olduğu gibi tuvaleti var fakat solo urinario. Yani 2 numara gelirse
şöföre söylüyorsun kenara çekiyor. Ehe. Güzel len buralar.