Nerdeyim?

30 Aralık 2013 Pazartesi

Ekvador - ll

İlk günden devam.  Pazar çok çok güzeldi.  Bir sürü turist vardı ama pazar o kadar büyüktü ki turistler olarak dağınıktık.  Zaten beklediğimin aksine hiç turistik bir pazar değildi.  Baya yerliler alışveriş yapıyordu. Bağlantım sebebiyle tadımlık manzaralar:




Bu arada yerliler cidden kendi kıyafetlerini aktif şekilde giyiyorlar.  Ben de giymek istedim!!  Sırtlarına da bebelerini bağlıyorlar.



Herkesin bebesi kendine tabii:



Sonracığıma 3 dolar'a şu tabağı yedim.  Para da yok ya :) Patates, mısır, salata, et ve anlamadığım ama tadı güzel bir şeyler.



Pazarın ucunu alayım derken mahvoldum 1 saat yol bir başından diğerine.  Dönüşte Aksaray Aksaray tadında Quito Quito diye bağıran bir arabaya son saniye atlayıp devam et! diye bağırdım.  (Yok valla bağırmadım.)  İrtifadan başım tuttu, oh bi uyudum yolda. İrtifa 3,000 mt demiş miydim?  Hızlı hızlı merdiven çıkınca ya da çok konuşunca müthiş yoruluyorum.  Her şeyi sakin sakin yapmak lazım.

Arada seyyar satıcı bindi arabaya, İstanbul olsam ağzıma koymayacağım bi meyve salatası yedim.

Sonra kendimi Quito'ya vurdum.  Dün gece gelirken şehrin iğrenç mahallelerinden geçmiştik.  Şehrin meydanına inince ne kadar güzeldi bir yer olduğunu gördüm.  Hakikaten çok güzel.  İnsanlar da çok tatlılar bu arada.  Birileri sürekli yolda beni durdurup nerdensin yardıma ihtiyacın var mı diye soruyor, bi sevimlilik.  İspanyolca diyorlar ama olsun.  'Aman kamerana dikkat et.'  Hatta bir teyze arabadan sarkıp kameran dışarda dikkat et dedi.  Metrobüste birine durak sordum.  Sonra sorduğum adam indi, başkası beni iş edinmiş meğersem.  Durağım gelince geldi uyardı beni.  Quito resimlerini bağlantı sıkıntısından ekleyemiyorum.  Pek fantastik bir çalışmam yok zaten, :)  Ertesi gün - yani bugün - Ekvator çizgiletini keşfettik Pingu'yla, azzz sonra.

Ekvador - l

Bu gezinin burda başlama sebebi Quito'ya (Kito diye okunuyor bu arada) 2 saat mesafede olan Otavalo'da Cumartesi kurulan yerel pazara yetişmek istemem.  Onca yorgunluğa rağmen sabah 6da tık diye uyandım.   Zaten uyanamasan gidemeyecekmişim.  Çünkü saati sabah 6'ya değil akşam 6'ya kurmuşum.  Salaklıklar burda bitiyor sanmayın! Bir alana bir bedava.  Sonradan şehirlerarası otobüs garında farkettim ki pasaport ve paralarımı hostelde bırakmışım.  Yani cebimden hasbel kader çıkan 16 dolarla el ülkesinde şehirlerarası yolculuk yaptım. Aferim!

Bu arada dolar dedim ya, para birimleri baya bildiğin dolar. Yıllar süren bir süreç içinde Ekvador'un sucre'si feci devalue olmuş.  Öyle ki 2000'de illalah deyip dolara geçivermişler.

Neyse, sabah 6buçukta hostelden çıkıp, yolumu araken yerel kıyafetli bir kadınla karşılaşınca gözlerim doldu.  İlk defa yaptığım şeyin idrakına bu sabah o an vardım.  Kendimi çok özgür hissettim.  Yani zaten özgürdüm de, bu başka bi his.  Tuhaf ve güzel.  Bu gazla önüme çıkan bir Ekvadorluya İspanyolca yol sordum, cevabı da anladım.  Sonra bir kaç kere daha, becerince baya bi şımardım.   O zaman daha parasız olduğumu bilmiyordum tabii, özgüven ordan geliyor.  Bindim troleybüse, sabahın 6 buçuğunda ayakta kaldım ya la.  Ekvador insanın jöle sevdasına da yukardan şahit oldum böylece.  (Akşam dönerken de ama kardeşlerimizin boyunlarına kasetçalar takıp karaoke yaparak para kazanmalarını ufkumu açtı.)  Sonra metrobüse bindim, evet burda da varmış.  Şehirde de toplu taşıma adına yok yok.  Troleybüs, metrobüs, metro, otobüs..   1 saat yola 25 cent ödedim. (Utan İETT!)  Otavala otobüsü için de 1 saat sıra bekledim.  Sıra şöyleydi, o yüzden arada taksiye müşteri toplayan amcalar gelip durdu.  Var bizden bir şey buralarda:


Fakat önüm arkam sağım solum Pochahontas.  Ya tamam o Kızılderiliydi de bunlar da böyle be arkadaş.  Süper sevimliler! Memlekette yerlilerimiz var, siyahilerimiz var, İspanyol beyazlar ve bunların binbir türlü kombinasyonları var.  Çocuklar bana şöyle bakıyor genelde, biz bunu peynir diye yiyoruz bee!




Otobüste tesadüf eseri en öne oturdum.  Yalnız bu koltuğa ulaşana kadar baya bi aptallık yaptım. Anlatmayayım ama cevapları o kadar da anlamıyormuşum.  :))

Yol inanılmaz güzeldi.  Aşağıdaki manzaralar eşliğinde pek bi yerel müziğimizle geldik.  (Romeo Santos dinlemişiz.)  Yol boyu şoför ve muavin da müziğe eşlik ettiler.  Yolda durdurmaya çalışanlara yer yok bacım anlamında el ede ede 2 buçuk saat ol gittik. Çok dağlar tırmandık, çok güzrl yerlerden geçti.  Pazar güzel olmasaydı bile yolu bile değerdi.  Yolun güzelliğini tam anlatamayan fotolarım:






Bu da nadir sakin anlardan birinde çekilmiş bir video.


Şahaneydi!!

Pazarın resimleri bir sonraki postta geliyor.

Yol

Ekvador'un başkenti Quito'dan bildiriyorum!  Okyanuslar aştım da geldim. Yolculuğun ilk sıkıntısı İstanbul'da biletimi kontuara uzatınca çıkayazdı.  Kağıt bilet kabul etmiyoruz itirazını duyunca telefona sarıldım, Çiğdem hanımı aradım.   O sağolsun halletti.  (Zaten ben biletimi geç aldığım için kağıttı bilet. Oh olsun bana!) Hallolana kadar kımkımlandım baya tabii, yani oldukça.  Sonunda koçanımı iade ettim, biletim elektronik bilet oldu ve Londra üzerinden Madrid'e geldim.  Uzun sürdü tabii biraz.  Aktarma sırasında saati yanlış hesaplayıp attığım depar görülmeye değerdi.  Sonra İngiliz bi abi (vatş yoo pöpış ov vijit familyasından) bana sakin şampiyon dedi de beynim tekrar çalışmaya başladı.  Madrid'e indiğimde sanki kendim uçmuşum gibi yorgundum.    Hostele gitmeye çalışırken Puerto del Sol meydanından geçtim. Çok kalabalıktı ve gençler bi enteresandı. 
Batının ahlaksızlığını almayayım diye hostele kaçtım. Hostele düştüğümde adım atacak halim yoktu.  Bilindik hostel kitleleri, hov çok çılgınız (evet Alanya'da halıcı bi sevgilin olmuş, çok çılgınsın) ve hiç konuşmayan çekikler arasında biraz vakit geçirdim.  Gecenin kazanımı Meksikalı oda arkadaşım oldu.  Bu arada yanımda getirdiğim cacoon  seyahat nevresimi hemen ilk geceden kendini şampiyon ilan etti.  Çarşaflara bakıp hımmm deyip kendimi kozamın içine attım.

İkinci günün hedefi okyanusu aşıp Kolombiya'ya, oradan da Ekvator'a varmaktı.  Iberia'nın ilk uçağı Airbus 340tı.  Nedense kıro gibi sevindim. :)



Havalimanında bir kadın görüp ay yazık ne şişman diye üzülmüştüm.  Bilin bakalım uçakta yanıma kim düştü? Ben tombula üzülürken diğer yanım boş kaldı.   Bi yerden alıp bi yerden veriyor.  Beklemeyi bilmek lazım. :)

Yılların masabaşı çalışanı olarak performansımı konuşturdum ve 10 buçuk saat boyuca yerimden kalkmadım.  Okyanus aşıldı nihayet. Uçak Bogota'ya yanaşırken, kalbim yerinden çıkacak sandım.   Pingu da baya mutluydu:




İnince pasaport kontrolünden geçip valizi aldım.   Öteki uçağı bulmam lazım.  Onlarca insana sordum.  Nasıl yardımcılar anlatamam.  Ama yazık işte kendi bildikleri kadar.  Beni 5 polis bir servis aracına postaladılar, dediler 5 durak inecen.  Nasıl sevindim.  Bu kadar spesifik talimat yanlış olamaz dedim.  1 durak gittik, garanti olsun diye yanımdaki kadına terminal uno? dedim.  Burası!! diye bağırdı.   Araba da hareket etti bu sırada.   Bu panikle benim kafanın dil bölümündeki 3 kelime İspanyolca konuşan serçe pırr uçtu gitti.  Ben hebe-fese-hübelemeye başladım.  Acımı gören yereller bağır çağır arabayı durdurdular.  Ben ezergeçerus çantalar omzumdan düşer, gözlüğüm burnumdan kayar milleti eze eze indim.  Terminalde 8 avianca görevlisi 12 asker 3 polis sonrasında ait olduğum yeri buldum.  Ben zaten bulamazmışım, havayolunun adı başka yazıyordu bendeki bilette.





Quito'ya da vardım nihayet ama 22 saattir uyumamışım.  Allahtan hostelden karşılama ayarlamıştım.  Arabayla 1 saat yolculuktan sonnra temiz hostelime vardım, zıbardım.

29 Aralık 2013 Pazar

Ekvator - teknik aksaklıklar

Ekvator 'dayım.  Yaşıyorum.  Teknik aksaklıklar sebebiyle güncelleme yapamadım.   Selam ederim :)

26 Aralık 2013 Perşembe

Oy

¡Vamos!


Son hazırlıklar - yusuf yusuf

Herhalde sonsuza kadar hazırlansam yine eksiğim kalır.  Son 1 hafta, bir pankarta yazdığım yapılacaklar listemi eritmekle geçti .  Konya'dan dönüş uçağının alçalmaya başlamasıyla kafama daannnkkk eden panikli GİDİYORUM hissiyatı bu süre boyunca da devam etti.  Nihayetinde liste eridi.  Ben de eridim ama; far yemiş kedi gibiyim.  Bu arada bir sürü aksilik de oldu tabii.  Telefonum bozuldu mesela, iş çıkardı giderayak

"Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir."

Olsun, yine de bir sürü şeyi toplamayı becerdim sanırım.  Misal Beynemilel Şoför Ehliyetnamesi, bir balya uçak bileti, aşı karnesi, dalış brövesi gibi.


Eczacı kuzenim de kollarını sıvadı, dev bir ilaç çantam oldu. Umarım gümrüklerde sen ne ayaksın kardeş deyip tutmazlar beni:



Kıyafetlerimi kendini vakumlayan poşetlere koydum ama kar etmedi.  Bu fotodan sonra yarısını çıkarmak zorunda kaldım.



Hafif seyahat edeyim diye çantamı küçük tutmuştum ama eşyalarıımı terler akıtaaa akıtaaa 2,5 saat sığdırmaya uğraşınca acaba ben bunu beceremeyecek miyim diye şüphelere düştüm. Sonuçta bir küçük valiz, valizin kaybolma ihtimaline karşı 1-2 gecelik eşya koyduğum sırt çantam ve el çantamla yola hazırlandık.  Pingu da yastığın üzerine oturdu.  Bence baya keyfi yerinde.  Benden daha rahat olduğu kesin.




Bakalım bizi neler bekliyor? :)



Konya

Geziye hazırlık çalışmaları sırasında kendimi spritiüel olarak da hazırlamak maksatlı (!) bir Konya gezisi yaptık annemle.  Şeb-i Aruz törenlerini izledik.  Konya'yı çok beğendim.  Özellikle Karatay çini müzesi, diğer Selçuklu yapıları ve Mevlana türbesi çok güzeldi.  Çarşısını da yeniliyorlardı.  Gidip görmek lazım, 1 günde rahatlıkla gezilebilecek bir şehir.  Açıkçası bu gezide daha bir huşuya kapılacağım diye beklemiştim ama saygısız kalabalıklar ve yapmacık süslümanlar yüzünden tüm gezi şöyle geçti diyebilirim:


Yine de gidin Konya'da bir Şeb-i Aruz görün.

Rota

Gitmeme 12 saat kala rotamı da yazayım.  İlk yapılacak işi en son yapmak huyumdur, bu sebepten biletimin rezervasyonunu yaptırmış ama satın almamıştım.  Bu Pazartesi sabahı Çiğdem Hanım'ı baya bir uğraştırarak biletimi aldım.  Arada bazı rezervasyonlarım uçmuştu, kalp krizi geçiriyordum az daha.  Biraz çakallıklar yaparak tüm uçuşların biletini kestiler çok şükür.  Umarım gidişlerde de sorun çıkmaz. Kıssadan hisse siz biletinizi erkenden alın.  Ha bu arada bir not daha, bileti çok erken alırsanız havayolu muhtemelen uçağınızın saatini, gününü, aktarma süresini değiştirecek ve sizi kanser edecektir.  Misal Kolombiya içi bir uçuşum 3 kere değişti.  El insaf yahu!  Günlerdir acentelerden gelen email ve telefonları korka korka açıyorum.  Programda esnek olmak lazım.

Nihayet Çiğdem Hanım elime bir balya bilet tutuşturdu.  Bildiğin koçan.  Kaybetme dedi.  Elektronik değilmş, 100 dolares yeniden basım cezası varmış.  Sarılıp uyuyacağım balyama.

Rotam şöyle - büyük harfle yazdıklarım one world bileti durakları, diğerleri haricen gitmeyi planladığım yerler:

İSTANBUL - MADRİD üzerinden KOLOMBİYA - Ekvator - Meksika - Guatemala - Belize - Küba - PERU - Bolivya - BREZİLYA - ARJANTİN - Uruguay - ŞİLİ - AVUSTURALYA - Yeni Zelanda - FİJİ - HONG KONG - TAYLAND - Vietnam - Kamboçya - Malezya - Singapur - HİNDİSTAN - Nepal - Tibet - ÜRDÜN - İSTANBUL

Yazınca hiç inandırıcı gelmedi, ben mi gideceğim bu kadar yere?  Nerde benim pembe battaniyem?


12 Aralık 2013 Perşembe

Berlin Günleri (3)

Berlin'deki son günümüzde sabahtan Salıları ve Perşembeleri kurulan Türk pazarına gittik.  Hakikaten görülesi.  "Bitte schön ablam" dersem özetlemiş olurum herhalde.  Her şey var, yok yok.  Tatlıydı baya.

Sonra da Schloss Charlottenburg'taki Noel pazarına gittik.  Çok büyük ve güzel bir pazar.  Romantik Noel pazarı olarak biliniyor.  Romantikliği de hemen arkasındaki Charlottenburg Sarayı'ndan geliyor.  Gündüz de güzeldi ama herhalde gece oldukça romantik olur.  Son gün vesilesiyle ilk günden beri Kuzen İ'nin bana yedirmeye çalıştığı ama bir türlü fırsat bulamadığımız flammkuchen yedik.  İncecik pizza gibi bir şey.  Siz siz olun ilk günden yiyin.  Sonra diğer günler de yemek isteyebilirsiniz.



Peşimi bırakmayan kar fırtınasında sağ salim döndüm.  Bu vesileyle evini bana açan ve kar kış demeden beni gezdiren Kuzen İ'ye de teşekkürlerimi sunarım! :) 

---

Ön gezi de tamamlandığına göre artık son listeleri  yapmaya başlamalıyım.  Doğu Berlin trafik ışıklarından esinlenecek olursak, artık modum bu:




10 Aralık 2013 Salı

Disclaimer

Bu blog benim hafızam.  Kendime hatırlatma.  Beni merak edenlere, nerde olduğumu, ne yaptığımı, ne hissettiğimi bilmek isteyenlere mektup.

--

Gittiğim yerler hakkında tarihi, coğrafi, politik bilgi vereceğim bir seyahat blogu değil.  Aradığını bulamayan olursa kendilerine sevgilerimi gönderiyorum.  İrtibata geçin, dilim döndüğü kadar memnuniyetle anlatırım.

Berlin Günleri (2)

Sabah Berlin'de kesin yapmanız gereken bir şey yaptık.  Yer altı turlarından birine katıldık.  Meğer Berlin'in altında bir Berlin daha varmış.  Kesinkes tavsiye ediyorum, mutlaka gitmelisiniz.  Farklı farklı turlar var ve her gün her tur yok, o yüzden gitmeden önce bakıp ona göre plan yapmanızı tavsiye ederim.  Buraya tıklarsanız sizi sitesine götürür.   Bizim katıldığımız tur Gesundbrunnen istasyonundan başlıyordu.

Bu yer altı tünel ve sığınaklar 1900lerin başında ve metro ile birlikte yapılmış, zaman içinde önce dünya savaşları, sonra da soğuk savaş için kullanılmış ve revize edilmiş.  İç içe iç içe geçen onlarca (Berlin genelinde yüzlerce) odadan oluşuyor.  Havalandırma sistemi metro gelip gittikçe çalışacak şekilde yapılmış, bir de silah olarak kullanılan gazlara karşı dışarının havasını hiç almamak üzere de kapatılabiliyormuş.  Bu durumda oksijen çok kıymetli olacağından her odada havalandırmanın kaç kişiye izin verdiği yazıyor.  Fakat 2. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru bu sayılardan fazla insan sığınmış ve ölenler olmuş.  Hatta yer altı turları başladıktan sonra havalandırma sistemi yenilenmeden önce turistlerden bayılanlar oluyormuş.  O zamanki yaşam koşulları, savaş propagandaları, kitlesel aptallıklar, Auschwitz'te gaz odalarına sokulan insanların kıyafetlerinin halka nasıl dağıtıldığı ve intiharlarla ilgili de bir şeyler anlattı rehberimiz; yalnız içinizi karartmak istemiyorum.  Biz baya bir darlandık.  Birbirimize kötülük etme için harcadığımız kaynaklara hakikaten çok şaşırıyorum.

Ufak bir not,  Hitler döneminde yine olan kadınlara oluyor.  Çocuk sayısına göre madalya takılıyormuş her kadına.  Doğum makinaları 10. çocuğunu doğurunca o çocuğun vaftiz babası sevgili Führer oluyormuş.  Biz daha 3'teyiz.  Buna da şükür mü desek?

Bir de duvarlardaki boyalardan bahsetti.  Yanlış anlamadıysam sülfat ve krom karışımı bir boya malzemesiyle boyanan duvarlar ışıklar kesilse de ortamı aydınlatmaya devam ediyor.  Rehberimiz bir elindeki flaşla duvarda bir insan silüeti çizip bir kısım atraksiyonlar yaptı.  Çok eğlenceliydi.

Bu arada rehberimiz Danimarka'lıydı.  16 yıldır Berlin'de yaşıyormuş.  Almanların tarihleriyle yüzleşmelerini ne kadar takdir ettiğinden de bahsetti.  Darısı başımıza.  Son bir not, başka bir bölgede yer alan, Hitler'in bulunduğu ve nihayetinde Eva'yla birlikte intihar ettiği sığınak (Führerbunker) yıkılmış ve mevcut değil.  Turda buraya ilişkin de biraz bilgi veriliyor.  İçeride resim çekmek yasaktı.  Elimdeki tek resim girişe ait:


Tur bitince -ki zaten 90 dk sürüyor-  Kuzen İ'yle ayrıldık.  Ben Tor Strasse ve Garten Strasse'nin köşesinde bir spagetticiye gittim (Spagetti Western).  Midem pesto ravioliyle bayram etti.  (Kesin gidiniz.)  Sonra biraz sokaklarda gezindim.  Buralar Almanya'ya benziyor ve çok güzel.  Yolda kaybolamadım da, zira herkes mükemmel İngilizce konuşuyor.  Ne acaip yer.  Bir de şehirde takım elbise yok.  Akşam buluştuğumuz beyaz yaka arkadaşım, takım elbiselilerin Potsdamer Platz'da öğlenleri ortaya çıktığını söyledi.  Kendilerinden bir hayvan türü gibi bahsetti.  Buralarda nadir görülen bir tür.  Benim ruhum ve gözlerim temizlenmiş oldu bu arada.

Bu arada hava leş gibi, ahmak ıslatan yağmur var, hem de yatay yağıyor, 4buçuk demeden hava kararıyor.  Bugün buluştuğumuz arkadaşım Berlin'e ne zaman geleyim deseydin, bugünlerde gelme derdim dedi.  Ama yine de çok mutluyum.  Ben var (vaa diye okunur) Deutschland sevmek.  Kuzenimle de güzel güzel takılıyoruz, daha ne olsun.  Şehir güzel biz güzel.

Tek başıma gezince önce Berlin duvarı hatıratına, sonra da yeni sinagoga gittim.  Yeni sinagogu dışardan da görseniz olur, para vermenize gerek yok, zaten dua edilen kısmı yokmuş.  Bu hususu çok dramatik bir şekilde tebliğ etti görevliler bana.



Bir de dedim geçen sefer gördüğüm turistik yerlere tekrar bakayım.  Şehrin simgesi Brandenburg'a gittim.  Noel havasına bürünmüştü, çocuklar gibi şendi.  Cidden çok çocuk vardı etrafta niyeyse.




Potsdamer Platz'a uğradım, Noel pazarına baktım.  Olmuş aferim.  Bu gittiğim 6. Noel Pazarı herhalde:) Ama meydana da kayak pisti kurmayın artık:



Bir de Checkpoint Charlie'ye uğradım - meşhur Doğu Batı geçişi:




Yağmur da yağınca trenleri çok kullandım, bugün 10 kez trene bindim en az (yanlış yöne gidişim ve iade oluşum da dahil), S bahn'lardan U bahn'lara sektim.  Hala zihnimde trendeki uyarılar çalıyor: Aynşıtaygın bitte, tsürück bılaybın bitte.



Kuzenimle tekrar Kotti'de buluştuk (Kreuzberg).  Kotti de aslında Kottbusser Tor diye bir istasyon bu arada.  Ama yılışık Berlin'liler Kotti diyor.  Berlin'e gelince mutlaka gideceğiniz Alexanderplatz'a da Alex denirmiş.  Alışveriş merkezi Kudam da aslında Kürfurstandamm.  Ama bunları öyle uzun uzun söylemeyin, rezalet.

Kotti meydanda Almanya'nın en iyi dönerini (ne döner mi? oraya kadar gidip döner mi yedin? evet, buraya kadar gelip döner yedim.) yedikten sonra haftasonu evlerine gittiğimiz arkadaşımla buluştuk.  Südblock'ta bir bira içimlik süresi kalıp Prenzlauer Berg tarafına gittik.  Şehrin Almanya'ya benzeyen Kollwitzstrasse'sinde Sredzkistrasse'sinde dolaştık.  Çok güzel caddeler, kafeler, barlar, tasarım eşyalar satan dükkanlar.  Alex'e 2 durak, biraz vaktiniz varsa mutlaka gidin.  Nihayetinde eskiden bira fabrikası olan şimdi dev bir kültür kompleksine dönüştürülmüş Kulturbrauerei'a gittik.  İçinde tabii ki Noel pazarı vardı.  Hem de çok güzel biraz da enternasyonel bir Noel pazarı.

Bugün her köşe başında olan sıcak şaraplardan içmedim (Almancası glühwein - sipariş verirken 'mit schuss' derseniz içine koydukları şeyden eve uçarak gitmek garanti).  Glühwein içerek günaha girmek yerine bunlardan yiyerek günaha girmeyi tercih ettim.  Ayy çok güzeldi.



Yeterince yediğime kanaat edince eve döndük.  Yarın akşam dönüyorum.  Kar burdan geçip Balkanlar üzerinden İstanbul'a gitmiş.  Bu sefer de İstanbul'a inemezlik etmez umarım uçağım.


9 Aralık 2013 Pazartesi

Berlin Günleri

Bir şehre ikinci kez gelmeyi seviyorum. Bütün turisik mevzuu es geçip dilediğin saçmalığı yapabiliyorsun. İstanbul'da hakiki bir alışveriş üçgeninde dörtgeninde beşgeninde yaşamama rağmen hiç alışveriş yapmam. Ama burada ilk günümü Kuzen İ'nin de yardımıyla eksiklerimi tamamlamaya ayırdım. Sabah bir Primark seferi yaptık. Bilmeyenler için H&M tipinde çok daha ucuz ve biraz daha kalitesiz bir pop giyim cenneti. Her mağazası muhtelif katlardan oluşur, satış görevlisi bezgin, müşterisi açgözlü müşterisidir. Primark'ta eksik tamamlayıp, salı pazarı teyzesi kıvamında teyzelerden nevrimiz dönünce kaçtık. Kendimizi Globetrotter isimli bir mağazaya attık. Tam da Kuzen İ'nin mahallesinde bir outdoor spor cenneti. Almanlar oturdukları yerde oturamıyorlar, yok kano yapayım, yok dağa tırmanayım, kamp yapayım. Bu sabah bile hava leş gibi yağmurlu ve soğuktu ama herkes sokaklarda dana gibi koşuyordu. Çalıştığım firmalardan birinde bir Alman avukat vardı. Bir yaz tatilinde arkadaşlarıyla Alplere bisikletle tırmanmaya gitmişti. Hayret etmiştim. Halbuki in güneye, ver kendini güneşe. Ne gerek var doğayla bütünleşmeye falan. Ne kadar malak bir millet olduğumuzu o zaman anlamıştım. Bu gittiğimiz mağaza da resmen tescilledi bunu. Her türlü outdoor spor kılık kıyafeti, çadır, kayak, alet, edevat mevcut. Seyahatler icin önceden sadece internette gördüğüm ama İstanbul'da bulamadığım bir sürü şey aldım. Bir de dükkanın ayakkabı bölümüne bir parkur yapmışlar, inişli çıkışlı, farklı taş - kaya tipleri var, çıkıp ayakkabını deniyorsun.

Globetrotter'da hayretlerimizi ve paralarımızı bırakıp, Noel pazarına yollandık. Bu sefer Hackescher Markt'a gittik ve yakınındaki iç içe geçmiş avluları gezdik. Bu avlulara Hackesche Höfe deniyormuş, içinde bir sürü güzel tasarım eşyalar satan dükkanlar vardı. Bir de müthiş güzel kar yağmaya başladı. Bayıldım.



Let it snow:



Sonra Türk yoğun bölgelerden Neuköln'de Kuzen İ'nin aldığı bir tavsiye üzerine Berlin Burger International diye bir hamburgerciye gittik. Minnacık, girişi pek de belli olmayan bir yer. Oturacak pek az yer var. Biz de zaten nihayetinde yemeğimizi duvarın önümdeki barda ayakta yedik. Normalde böyle bir şeye çok söylenirdim ama hamburger o kadar güzeldi ki söylenmeyi bırak ayakta olduğumu unuttum. Kesinlikle tavsiye ediyoruz, Panniner Strasse'de. Hamburger de aha böyle. Merak etmeyin ağza sığıyor.





Midemizde dev hamburgerlerle Gendarmenmarkt'ta bulunan Noel pazarına gittik.

Diğer gezdiğimiz pazarlardan biraz daha turistik ve atraksiyonlu olduğundan herhalde 1 euroları verip girdik. Çok kalabalıktı, bir sahnesi, bir de değişik tasarım ıvır zıvırlar satan bir el sanatları pazarı vardı. Güzel bir yer. İnsan gerçekten Noel havasına giriyor. Özellikle bir çocuk için yılın bu zamanı oldukça güzel bir dönem olsa gerek.

Sonra Friederich Strasse'nin yakınlarında bir çikolatacıya ve güzel bir biracıya (Ständige Vertretung) gittik. Nort Rhine Westfalia bölgesi biracısı olduğundan, Kuzen İ'nin bir önceki memleketi Bonn'u yad ettik, Kölsch içtik. Yanımızdaki Alman tonton çiftle muhabbet ettik. Frankfurt'tanlarmış. Sohbet etmesi çok zevkli insanlardı. Bir de son tur biramızı da ısmarladılar. Saat 12 olunca, adam 'Hadi hanım Pazar oldu' dedi, ayrıldık. Biz Kater Holzig diye allahın unuttuğu bir yerdeki bir tiskoya gittik. Umduğumuz gibi bir eğlence bulamayınca ağrıyan tabanlarımızın çağrısına uyup yuvamıza döndük.











Deutsche Mark Deutsche Mark über alles:



Bu sabahsa Berlin'deki yaşayan eski arkadaşlarımın Kreuzberg'teki evlerine kahvaltıya gittik. Çok hoş sohbet güzel bir sabah/öğlen geçirdik. Kreuzberg'te yaşayan Türklerimiz cidden bir alem. Meğer mahallelerinden pek çıkmazlarmış. Pek çok şey ellerinin altında olduğundan 4-5 durak ötesinden itibaren şehirler arası yol muamelesi yapıyorlar. Oysa ulaşım öyle kolay ki. Hem saati sık, hem her yere gidiyor. Bilet kontrolü de yok. Ehe. Hayır benim haftalık biletim var.

Güzel insanlardan ayrılıp elit kimseler olduğumuz için Deutsche Oper Haus'ta Carmen izlemeye gittik. Kuzen İ bu güzellikten mahrum kalmamı istememiş, önceden ayarlamıştı. Operada Kuzen İ'nin önüne tiyatronun en uzun insanı oturdu. Kibar abimiz 2. perdenin öncesinde dönüp 'Görebiliyor musunuz? Daha öne doğru oturmak isterdim ama yer yok maalesef.' dedi. Deme be böyle şeyler, alışık değiliz abi. Ararız sonra.

Koca salonun tam dolu olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Bir de 2. perdede Alman teknolojisi bizi yarı yolda bıraktı, bir teknik zorluk oldu emprovize edeceğiz diyerek devam ettiler. Biz neredeyse hiç anlamadık ne aksaklık varmış. Zaten benim kafa yanmış Fransızca dinleyip, ağır aksak Almancamla üst yazı okumaktan, ince farklar olduysa da ben anlamadım.





Her şeyiyle çok tatlı bir gün geçirdik. Hayat Berlin'liye güzel - tabii soğuk hariç.