Nerdeyim?

4 Nisan 2014 Cuma

Yeni Zelanda - ll - Rotorua Yolu

Auckland'ı kendimizce bitirip ertesi gün zabbahın köründe bizi tırım tırım güneydeki Rotorua'ya indirecek günlük bir tura katıldık. Otobüse bindik, şöför susmuyor arkadaş. Ağzına takmış bir mikrofon anlatıyor da anlatıyor. (Meğer teamül buymuş, şöför aynı zamanda rehber oluyor hep ve vıdır vıdır anlatıyor.) Tatlı ve komik bir insan ve güzel bilgiler veriyor ama bu da kafa yani. Kiwi aksanına belli bir raddeye kadar dayanabiliyor. Zira adam yoldaki dükkanları bile tanıtıyor. Memleket topu topu 4.5 milyon kişi olunca büyük bir mahallenin komşuları gibi davranıyor herkes. Ben bu detay seviyesini buna bağladım. Ama söylendiğime bakmayın, ülke hakkında edindiğim bilgilerin çoğunu bu kişilik bölünmesi yaşayan şöför/rehberlerden öğrendim.

Şehirlerarası yola çıkınca her yeri inek kapladı. Dağ taş inek. Meğer dünyanın en büyük süt ve süt ürünleri üreticilerinden biriymiş Yeni Zelanda. Geçen yıllarda kalitede bir sorun olmuş (daha doğrusu sorun olmuş sanmışlar ama aslında olmamışmış) da bazı ülkeler Yeni Zelanda'nın süt ürünlerinin ülkeye girişini yasaklamışlar. Yakın zamanda Çin'e resmi bir ziyaret yapılmış hatta, 'aman abi gözünü seveyim' maksatlı.

İnek falan iyi hoş da bu memleketin olayı koyun. Kişi başına düşen koyun sayısı 27 dediler!! Güneye doğru indikçe koyunlar arttı da arttı. Çakma da değil, tosun gibi hepsi maşallah. Yolların kenarları, dağlar, tepeler bembeyaz koyunlarla doldu. Öyle ki bir müzede şöyle bir hikaye okuduk. Yeni Zelanda'ya göç edenlerin hayatlarının anlatıldığı bir sergiydi. Göç edenlerden bir aile gece varmış buralara. Gördükleri kadarıyla çok taşlık bir yer olduğuna kanaat etmişler. Fakat sabah kalkıp baktıklarında o taşlıkların aslında koyun olduğunu görmüşler. Bu derece.

Başka devasa endüstri de turizm. İnek ve koyun gütmediğimiz zamanlar turist güdüyoruz dediler utanmadan. Müthiş bir turizm ağları var. Çok takdir ettim. Her şirketin, her aracın çok sıkı denetlendiği belli. Her yerde devletin turizm ofisleri var. Havaalanlarındakiler 24 saat açık. Bilgi, haritalar, arayıp rezervasyon yapmalar, bazen direkt satışlar. Turiste para harcatmayı çok iyi biliyorlar.

Şöför kafamızı bilgilerle doldururken ilk durağımıza geliverdik. Eminim daha önce gazetelerin saçma ölmeden görmeniz gereken 50 sürreal şey listelerinden birinde görmüşsünüzdür. Mağaralarda yaşayan ışıldaklı solucan (glowworm). Tuhaf bir yaratık. Biraz mağara gezisi yaptıktan sonra bizi kayıklara doldurdular, kapkaranlık mağaraların içine salındık. Kafamızı kaldırınca mağaranın tavanında minik minik ışıltılar gördük. Kayığın fış sesinden başka ses yok. Tavandaki ışıltılar dışında da ışık yok. Büyü gibi. Hiç etkilenmeyeceğimi tahmin ettiğim bir şeye hayran oldum. Fotoğraf çekmenin yasak olmasına sevindim açıkçası. Mekanik veya dijital herhangi ses olmadan doya doya izleme fırsatı bulduk. (Çaktırmadan çekmeye çalışmak da bir seçenek değildi bence. Adamlar doğal kaynaklarına o kadar düşkünler ki doğaya zarar verirken yakalandığımı düşünemiyorum. Öttürürler adamı.)

Aslında çok tuhaf bir mahluk. Işıldamasının maksadı avlanmak. Ayrıca örümcek gibi tavandan ip salıyormuş. Üzerine ışık tutulunca görülüyor. Her mahluk 20 -25 tane ip salıyormuş. Ama eğer av yakalayamazsa da sorun değil. Yamyam aynı zamanda. Çevresindekileri yiyormuş. Son saniyede izi verilince bu titrek fotoğrafı çektm.


Sonra bir koyun çiftliğinde durduk otobüs değiştirmek için. Beklerken koyun kırkılması izledik. Taze kırkılmış hayvanı elledim ben de. Halı gibi, çok tatlı.


Günün son durağı ise Hobbiton film seti. Bütün Yeni Zelanda zaten Tolkien'in Orta Dünya'sı. Buranın farkı evleri olduğu gibi bırakmış olmaları. Çekilen sahnenin özelliğine göre boy boy biçim biçim hobbit evi gördük. Ufak bir cennet yaratmışlar. Aslında filmlerde gözükmeyen (Peter Jackson'ın seti kitaba uygun yaratma inadından dem vuruldu sık sık)  ve o arazide yer almayan bir erik ağacınının çakmasının yapılması dahil. Arazinin sahipleri de koyun çiftliği işletiyorlarmış ama turist gütmek işi daha tatlı gelince bu işe kanalize olmuşlar. Hobbit köyü koyun istilasından elektrikli tellerle korunuyor. Otobüsteki rehberimiz hayaloloji konusunda profesör olduğunu ve bir gün Peter Jackson'in kendisiyle tanışma şerefine erişmesini umduğunu söyledi. Peter Jackson'ın buralarda çok kıymetli bir şahıs olduğu belli. Sör'müş zaten, bilmiyordum.



Mini mini kapıları görüyor musunuz?







Nihayetinde bitkin vaziyette Rotorua'ya düştük. Akşamımız seçim sonuçlarıyla dolu geçti.

1 yorum:

  1. Yerleşilir buraya yaaa :) Boyum da kısa zaten sorunsuz yaşarım bence..

    YanıtlaSil