Nerdeyim?

4 Nisan 2014 Cuma

Yeni Zelanda - V - Kuzey Ada'dan Güney Ada'ya bir Ekstrem Gün


Başkentin havasını yeterince kokladıktan sonra güney adaya gitme vaktinin geldiğine kanaat getirdik. Sabahın (yani gecenin) 3.45'inde uyandık, bir uçağa bindik, Christchurch'e konduk, oradaki aktarmamızı olanca sevimliliğimizle 1 saate indirip, ordan Queenstown'a günü kaybetmeden vardık.


Queenstown, güney adanın da güneyinde, fiyortlara gelmeden son çıkış olan bir kasaba. 1860'ta kurulmuş minicik bir yer. Peki niye insanlar buraya yaldır yaldır geliyorlar? Sebebi Queenstown'ın muhteşem doğası ve bu doğadan ilham alan ve zaten hiç mi hiç yerinde oturmayan kiwilerin yarattığı bir ekstrem spor merkezi olması. Şehrin her yerinden binbir türlü ekstrem spor fışkırıyor. Uçaklardan, kanyonlardan, köprülerden atlayanlar, dağdan paraşütle atlayanlar, gerek mağaraların içinde gerek kanyonlarda rafting, kano yapanlar, dağlardan lugeing yapanlar, dağlara tırmananlar, atvlerle tepelere çıkanlar, jet boat denen hadiseyle bir karış suyun üzerinde kanyon sularının üzerinde patinaj çekenler. Daha benim dikkatimi çekmeyen neler vardır kim bilir. Bu yüzden şehrin her yeri turizm ve ekstrem spor şirketi var. Çılgınlık paket programları havada uçuyor. Boool boool para bırakabileceğiniz bir yer burası. Ülke pahalı zaten ama Queenstown bu açıdan da ekstrem.

Bizim hedeflerimiz belliydi. Uçaktan iner inmez valizlerimizi çeke çeke dükkan dükkan dolaşıp 2 günlük programınızı yaptık. Ben uyandığımdan beri huysuzdum çünkü bugünün programı skydiving. Evet, bir uçak bulup o uçaktan atlayacağız ve paraşütün açılmasını ve yapıştığımız adamın havada kalp krizi falan geçirmemesini ümit edeceğiz.  Ben çok korkuyorum. Betim benzim atık. Üstelik Auckland'in manzara kulesinin üzerine çıktığımızda yerlerin cam olan kısmında durmaya ve yükseklik korkumu test etmeye çalışmıştım. Camdan aşağı baktıkça içim akıp akıp durmuştu ve cama basamamıştım. Kendimce yaptığım bu ufak testten kalınca skydivingi tamamlayabileceğime inancım kalmadı pek. Aklıma sürekli kedi gibi uçağın bir köşesine yapışıp beni bırakıııın diye bağıracağım gibi görüntüler geliyor. Emre de inadına neşeli. Ya da korkuyu neşeyle bastırıyor.

Neyse vakit geldi. Dükkana gittik, 12000 feetten atlamak için kaydımızı yaptık. 12000 feetten atlayınca 40 saniye serbest düşüş yapılıyormuş. 15000den atlayınca 60 saniye. Sonra baktık minnacık kızlar 15000 atlıyor, e bir şey olunca ikisinde de ölüyorsun, birbirimizi gaza getire getire 15000 feete değiştirdik programı. Sonradan öğrendim ki atlayan en yaşlı insan 94, en genç insan 3,5 yaşındaymış. (Babası master'lardan biriymiş.) Biz yapmasak ayıpmış yani.

Her avukatın kabusu bir sorumsuzluk sözleşmesi imzalattılar. Sonra aldılar bizi bir çayıra götürdüler. Sıradan koyun gibi alıp bu canavarlara bindirmeye başladılar.



Biz sonlardayız. Beklerken havada hayata tek bağımız olacak yani bizi kendilerine bağlayıp atlayacak olan adamlar (tandem master'larımız) ile fotoğrafçılarımızla tanıştık. Benimkiler Macardı. O kadar güleryüzlü insanlardı ki. Hele bilgilendirme yaparken tandem master'ım Peter'in iki lafindan biri kocaman gülümse idi. Beni o kadar çok güldürdü ve gülümsetti ki kendim de mutlu olduğuma inandım.  Ecnebilerin fake it till you make it diye bir lafı vardır. Başarana kadar başarmış gibi yap olarak tercüme edilebilir. Bu lafa inanmazdım, sanırım artık inanacağım.

Uçağa bindik. Bindik dediysem dizi dizi yere saksı gibi dizildik. Heyecanlıyım ama korkum yok.

Uçakla yükseliyoruz. Ticari uçakla uçarken gerilen ben bu pırpırda sakinim. Kendime soruyorum. Korkmuyor musun? Hayır. Emin misin? (Biraz kendimi dinliyorum.) Eminim. Heyecanlı değil misin? Evet ama güzel heyecanlıyım.  Mutluyum resmen.

Sonra 12000 atlayacak kız atlasın diye uçağın plastik kapısını açtılar. Ben kapının yanındayım. O yükseklikteki rüzgarla yüzleşince şoke oldum, kalp atışım tavan yaptı. Suratımda nasıl bir küfür ve dehşet ifadesi oluştuysa artık Peter elimi alıp demir tutunma borusuna tutturdu. Demiri nasıl sıktıysam kırma ama, lazım o, dedi. Derken kız atladı kapı kapandı.  3000 feet daha yükselirken ben rüzgarı ve kapıdan gözüken yüksekliği gözümde canlandırıp durdum, bi stres ve ter bastı. Bu arada Emre arkada kameradan ailesine sizi çok seviyorum falan diye veda hutbesi okuyor.

Yükselme bitti, 1 dakika içinde kapı açılsın komutu veren kırmızı ışık yandı. Peter beni kendine bağladı. Ben şimdi senin en iyi arkadaşınım dedi. Kapı açıldı. İlk sırada ben varım. Bunun ne büyük bir nimet olduğunu sonradan anladım. Pıtır pıtır atlayanları görmek sinir stres sebebi sadece. İnsanı atlayışa hazırlamıyor. İnsanı atlayışa hiçbir şey hazırlayamaz diye düşünüyorum.

Peter ilerle dedi. Yerde g.tüm g.tüm ilerleyerek uçağın kıyısına geldik. Ayaklarımı boşluğa saldım. 3 saniye kadar aşağı baktım. Tarifsiz. İçimden ettiğim tek kelimelik güzel Türkçe küfrün ne olduğunu tahmin edebilen?

Saatlerce süren 3 saniye boyunca içim ılık ılık aktı aktı da bitmedi. Atlama pozisyonu kafa kurbanlık koyun gibi tandem master'a doğru geri atılmış şekilde. Yani aşağıyı görmüyorsunuz. Peter kafamı alnımdan çekti, big smile diye bağırdı, hayatımda yaptığım en kocaman gülümsemeyle fotoğrafçıya baktım. İvmelenmek için bir geriye gidip öne geldik, iki geriye gidip öne geldik, ve hoop!

Bu hissi tarif etmemin imkanı yok. Rüyadaki düşme hissi kadar süren bir süre boyuca ciğerlerim ve kalbim havalandı, ağzıma geldi. Rüzgarla tanıştık, o kadar güçlüydü ki nefes alamadım. Hani bebeklerin yüzüne üfleyince nefes alamaz da ağızlarını açıp hava almaya çalışırlar ya, öyle oldum. Bu arada öne doğru takla attık, bir savruldum:


En sonunda düzlendik.  İşte tam o sırada rüyadaki düşme hissi kadar süren süre bitti ve vücudum uyanmayacağını anladı. O zaman cidden eğlenmeye başladım. Kafamdaki şapkamın da ipi gevşeyip uçmaya çalıştı bu arada. Serbest düşüşün geri kalanı boyunca Peter kafamdaki şapkayı tuttu. #direnşapka

Ben INANAMIYORUUM COK GÜZEEEEL falan diye bağırırken giderek hızlanan ve saatte 200 kilometre hıza ulaşan serbest düşüşümüz bitti. PAF! diye paraşütü açtı Peter. Ve süzülmeye başladık. Bir yanda Queenstown kasabası, Wakatipu gölü, sağa sola giden kolları, kahverengi dağlar, sarı dağlar, yeşil dağlar. Bir ara paraşütün iplerini bana verdi, bir sağ sol manevra yaptım. 5 dakika boyunca süzüle süzüle indik. Lima'daki uçuşun 10 katı yükseklikte olmamıza rağmen oradakine kıyasla zerre korku olmadan manzaranın tadını çıkara çıkara.

Uçağa binmeden önce yere inenleri izleyip hemen zıplayıp ayağa kalkmalarına şaşmıştım. Çimene serilir kalırım diye düşünmüştüm. Ama ben de aynı şekilde zoynk diye ayağa fırladım. Hadi bi daha derler mi diye bekledim. Demediler tabii.

Ben hiçbir şey yapmadım ama tuhaf bir başarmışlık hissiyatı bana baki kaldı. Bu olayı da kendi kendime güven vermek için kurabileceğim cümleler arasına ekledim.

Sonra Emre de buldozer gibi yere indi ve o coşkuyla günün bir sonraki programına doğru koşa koşa yola çıktık. (Bu arada atlamadan evvel bir şeyler yemiş olmama rağmen bir açlık bastırdı bana sanırsın günlerdir yemek yememişim. Her vücutta etkileri ayrı ayrı.) O kadar coşkuluyuz ki bundan sonra ne yapsak bize koymaz gazındayız.

Bu seferki atraksiyonumuzun adı jetboating. Jetskinin tekne gibi olan versiyonu. Tekneye 10 kişiyi doldurup azgın suyun tuhaf şekiller verdiği dapdar kanyondan süper hızlı bir şekilde ve insanlara kalp krizi geçirtmek için kayaları adeta yalayarak gidiyor. Arada tekneyi 360 derece döndürerek kontrolü kaybettiği hissiyatı yaratıyor. Su bazı yerlerde diz seviyesinde tırtıklı patates cipsi gibi yere sürüne sürüne gittik. Çıkan çığlık desibelini tahmin edebilirsiniz herhalde. Ben de kendi adıma bu desibele oldukça aktif bir şekilde katkıda bulundum. Hatta teknenin önünde kamera varmış. Kimse bana söylemedi. İsteyenlere izleteyim, teknenin en önünde oturduğumuz için çok komik görüntüler çıkarmışız. Adam bir ara canıma kastetti zira. Tekneyle kayanın arasına sıkışan rüzgarı hissettim yüzümde.

Boğazları yeterince hırpaladık. Vaktimiz kalınca teleferiğe bindik tepeye çıktık. Teleferik de Queenstown'a yakışır şekilde ekstrem bir teleferikti. Emre'nin hesaplarına göre yere 88 derece açıyla yükseldik. Bize vız geldi tırıs gitti tabii. Aziz Queenstown'a tepeden baktık.


Akşam da kendimizi darphane gibi çalışan ve banka gibi numeratör sistemine geçmek zorunda kalmış bir hamburgercide dev anası ekstrem bir hamburgerle ödüllendirip 20 saatlik ekstrem günümüzü bitirdik.

2 yorum:

  1. Ben okurken o kadar çok eğlendim ki sizi tahmin bile edemiyorum :)

    YanıtlaSil
  2. Her şeyin aşırısı zarar demişlerse de inanma :) emre'nin veda hutbesine de çok güldüm!! Fikren ve fiziken geçilecek en eğlenceli sınavı başarıyla vermişsiniz :)

    YanıtlaSil