Nerdeyim?

22 Mayıs 2014 Perşembe

Kamboçya - l - Phnom Penh

Saatli bomba gibi geri sayan Vietnam vizemin bitmesine saatler kala Saigon'dan uçağa binip Kamboçya'nın başkenti Phnom Penh'e geldim. Köri kokulu ve yapış yapış havanın bulutu içinde kalmış havalimanının sınır kapısında 'ver parayı al vizeyi' yaptıktan sonra bir tuktuka bindim, çek şehir merkezine dedim. Yine rezervasyonum falan yok. Bir hostelden yer olmadığı için sektikten sonra çok güzel bir hostel buldum. Pasaport hadisesinin duygu fırtınasını atlatmak için sakin bir akşam geçirecektim. Fotoğraflarıma bakayım diye sd kartımı arıyordum ama hatırladım ki pasaportu kaybettiğim gün kart dolmuştu ve pasaportla aynı poşetimsi şeye koymuştum nasılsa pasaportu kaybetmem diye :) Fakat pasaport geri geldi, kart belli ki gelmemiş. İçinde Avustralya, Yeni Zelanda, Fiji, Hong Kong, Vietnam fotoğraflarıyla beraber 32 gb değerinde anılarım da uçtu. Sadece bloga koyduklarım kaldı elimde. Olur öyle dedim. Odamdaki insanlar süper tatlı çıktılar, akşamı onlarla hostelin havuz başında geçirdim. Ertesi günün programını da 6 kişi hep beraber yaptık.

Phnom Penh Mekong nehri kenarında olması dışında bir güzelliği olmayan bir başkent. Ama insanları çok tatlı. Bütün Kamboçya'lılar öyle aslında. Benim bu şehre gelme maksadım 'ölüm tarlalarını' görmek.

Ölüm tarlalarının öznesi Kızıl Khmerler. 1975 - 1979 arası Kamboçya yönetimini ele geçirip Orwell - 1984 kitabındaki gibi herkesi sistem düşmanı ilan edip, insanları hunharca çalışmaya zorlayan ve kana susamış gibi öldüren aşırı komünist grup. Başlarında Pol Pot diye adı sevimli, kendi cani bir yaratık var. Ölüm tarlaları da azıcık düşünen insanları erkek kadın bebek demeden öldürdükleri kamplar. Neredeyse hiç kurtulan yok. Kurşun kıymetli olduğu için aletlerle ya da elleriyle öldürmüşler. Benim gittiğim Choeung Ek kampında binlerce kişi öldürülmüş, ülke çapındaki kamplarda 1.4 milyon kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. Gittiğim kamptaki anıt:




Alanın her tarafı toplu mezar dolu. Toprak halen kemik, kafatası ve kıyafet kusuyor. Yürürken kemiklere ayağınız takılıyor.




Hele bu ağaç inanılmaz.



Bebekleri bu ağaca vurarak öldürmüşler. Ağacın üzerinde bebek kafatası parçaları bulunmuş. Hemen yanında annelerinin çıktığı toplu mezar var.

Peki bebeklerden ne istemişler diye sorası geliyor insanın. İntikam alacak kimse kalmasın, muhalefetin kökünü kazıyalım demişler. Yine insanın ne kadar kötü olabileceğine şaşarak gözüm yaşlı gezdim. Sadece ben değil gezen herkes öyleydi. Onca vahşetin yaşandığı alanın şimdi - kemikler dışında - ne kadar huzurlu yeşil bir alan olduğunu görmek çok tuhaftı.

Sonra da S21 kod adı verilen işkence merkezi ve hapishaneyi gezdik. Kızıl Khmerler eğitime inanmadıkları için tüm okulları kapatıp, bazılarını böyle hapishanelere çevirmişler.








Bunların sonucunda bana en çok dokunan şeyse şu Pol Pot denen insan suretindeki yaratık yatağında sadece bir kaç sene ev hapsinden sonra ölüyor. Intihar etti diyen de var ama vicdanım rahat diye açıklamaları da var.

Bu gittiğimiz yerlere giderken bir tuktukla anlaşıp gitmiştik.  Arada tuktukçuyla sohbet etme fırsatı buldum. Vietnam'dan nefret ediyor. Hükümetimizde bile adamları var, bütün büyük ihaleler Vietnam'lı sirketlerde, en büyük milli hazinemiz Angkor Wat'ı bile onlar işletiyor, bizim bağımsız kalmamızı istemiyorlar, herşeyimizi sömürüyorlar dedi. Bunu sadece ondan da duymadım üstelik. İnsanlarına çok sey borçlu olsam da çakma komünist Vietnam'dan tiksindim.

Sonra sokaklara çıktık. Vietnam'daki gibi sokaklarda kadınlar aerobik yapıyor, insanlar sokaklarda badminton, top oynuyor. Gece pazarları capcanlı. Çok güzel olmayan ama yaşayan bir şehir burası. Kamboçya'ya giderseniz eğer biraz gezmeye değer.



1 yorum:

  1. Savaş, yıkım, soykırım gibi konuların müzeleri beni mahvediyor. Bazen belgesellerde oturup ağlıyorum insanların çirkinliğine. Beraber geziyor olsaydık beni toplamakta zorlanırdın :) pasaportun yanında hafıza kartı önemsiz kalmış :)

    YanıtlaSil