Nerdeyim?

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Vietnam - ll - Hue & Hoi An

Vietnam ejderha şeklinde bir ülke. Ben ağzından girdim, yuvarlana yuvarlana aşağılara iniyorum.  Hanoi'den kalkan yataklı trende 9 temiz saat uyuyarak Vietnam demiryolları tarihine geçtim. Halen plaketimi bekliyorum.

Uyandığımda gerçek Vietnam'la tanıştım. Meğer pirinçlerin hasat vaktiumiş. Sararmış pirinç tarlaları dolu her yer. Bir de onları toplamak için inip kalkan konik şapkalı kafalar.



En iyi pirinç hasadı fotoğrafı henüz çekilmemiş olandır diyerek gözüme ilişenleri paylaşıyorum.



Pirinçler toplanınca tarlalar boş mu kalsın? Nilüfer ekip, çiçeğini yiyip, çayını içiyorlarmış.




Pirinçler kurusun diye yolu babanın malı gibi kullanmak.


Pirinç hayranlığım aktif bir şekilde devam ediyor. Tarlaların içine girip yuvarlanmak istiyorum. Sulak olduğundan pek iyi bir fikir değil sanırım.

Trenden Hue'de indim. Haritadan bakıp yürürüm ya ben burayı inadımla motortaksileri bir hamleyle savuşturdum. 40 dakika boyunca öğle güneşi altında eridim. Otele perperişan girdim ama durmamam lazım. Hue'de yarım günüm var ve Vietnam'ın son soylu hanedanı Nyugen'in sarayını ve hanedandan bazı abilerinin mezarlarını göreceğim. 1945'e kadar hükmetmişler. Ne kadar yakın olduğunu duyunca çok şaşırdım.

Bu şehir eskiden şöyle imiş fakat Vietnam savaşında yerle yeksan edilmiş. Şimdi restore ediliyor. (Evet foto yamuk. Bazı günler kamera ele büyük geliyor.)


Çevresi nilüferli su kanalları ile çevrili bir yapılar bütünü. Yarısı perperişan, yarısı restore edilmiş, fakat bir kısmı yeni açılmış Çin lokantası gibi olmuş. Ben yine de beğendim. Huzurlu bir havası vardı.








Biri bana şu ağaçtan bulsun lütfen. Yoksa sırtlanıp Türkiye'ye getireceğim.


Hue'nin çevresinde Nyugen hanedanının bireylerinin, önemli kişilerinin mezarları var. Ben de bunlardan 2 tanesine (Minh Mang ve Tu Duc'a) gittim. Mezar dediğin ne kadar fantastik olabilir demeyin. Önce etrafındaki nilüferli su yollarından geçiyorsunuz. Bir tapınağa giriyorsunuz. Bir tane daha. Sonra bir merdivenler tırmanıp iniyorsunuz. Böyle kombinasyonlarla mezar yapmışlar kendilerine. Dışarıda da taştan filler, hizmetçiler hazır bekliyor. Saraydan çok daha fazla beğendim bunları.








Ertesi gün mini mini bir şehir olan Hoi An'a doğru yola düştüm:








Yollardan iki tekerlekli araç manzaraları:



Özellikle okul ve iş çıkışı saatlerinde araçlar arasında koyu muhabbet:


Afedersiniz Hai Van geçidi denen dünya güzeli bir yerden geçtik.  Şu gözetleme kulesinden sağa bakınca 3. fotoğraf, sola bakınca 4. fotoğraf.





Bir üstteki fotoğraf büyük şehirlerden Danang. Şehir olarak çirkin bir yer ama çok güzel sahil şeridi var. Şehrin 10 kilometre uzağında Marble Mountains (mermer dağlar) diye bir dağ var. İçi mağara dolu. Mağaraların içi irili ufaklı Buda heykelleri. Yanlarında ise tapınakları. İşte böyle bir yer. Çok etkilendim ben.







Boyutunu tam anlatabilmem için söylüyorum aşağıdaki sunak 1.2 metre civarı.




Bir sonraki durağım My Son tapınakları. (Mison okunuyor.) Champa krallığının Hindu tanrısı Shiva'ya adanmış tapınakları. Muhteşem. Tikal'deki gibi kutsal terkedilmiş bir yerde gibi hissettim.





Akşamınaysa Hoi An'da kaldım. Turistik ama büyülü bir yer. Günbatımında sokaklarında gezerken sokaklarda çalan güzel müziğin de etkisiyle hipnotik bir ruh durumuna girdim. Satıcıların da 'hey leyde yu bay samting, van dalaa' diye sırnaşmamaları da ayrı güzellik. Kesin tavsiye ediyorum!









Hoi An'dan aşağı doğru yuvarlanmaya devam ediyorum ve kendimi adı ilk duyulduğunda insanda küfür mü ediyor la bu etkisi yaratan Ho Chi Minh City'de buluyorum. Azz sonra!


1 yorum: