Nerdeyim?

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Vietnam - III - Saigon & El Memleketinde Pasaport Kaybetmek

Sıcak ve yapış yapış bir günde Ho Chi Minh City'e (eski adıyla ve orda yaşayanların hala kullandığı şekli ile Saigon'a) indim. Meğer bu Saigon motorsiklet başkentiymiş.  Hanoi'nin motorsikletleri gözüme sevimli gözüktü buraya gelince. Tam sayı konusunda internette bayağı bir spekülasyon var, o yüzden sayıyı bilemiyorum ama böyle bir trafik düzeni olamaz. Hiç kimse hiç bir kurala mı uymaz yahu. Böyle bir kargaşada her saniye kaza olmasını beklersiniz. Çok oluyor dediler ama ben şahit olmadım. Karşıdan karşıya geçmek de ayrı bir sanat. Yaptığım muhtelif istişareler ve denemeler sonucunda en kolay yolun şöyle olduğuna inanıyorum. Trafik bir kaç saniye azalıyorsa o arada yola atlıyorsunuz, hiç durmayacak gibiyse beklemeyin hemen atlayın. Tekerlek sayısı kaç olursa olsun araçlar üzerinize üzerinize gelseler bile hiiiiç istifinizi ve temponuzu bozmadan, yavaşlamadan hızlanmadan adeta nehir gibi akarak geçmeye devam ediyorsunuz. Hatta gözünüzü dahi kapatabilirsiniz. Açık olması bir şey farkettirmiyor zaten. Böyle ilerlerseniz motorsikletler ve arabalar bir şekilde size çarpmaktan imtina edecekler ve etrafınızdan su gibi akacaklardır. Kendinizi trafiğe bırakırsanız ve kuralları kenara koyarsanız bu çok şiirsel bir deneyim bile olabilir. Deneyemedim ama bir yandan Vivaldi dinleyerek misal başka bir boyuta ışınlanabilirsiniz.

Otele çantayı koyar koymaz gitmeyi çok istediğim bir müze vardı, oraya koştum.  Vietnam savaşı müzesi. Çok etkileyici fotoğraflar var. Müzeyi gezen herkes allak bullak, gözünün ucunda bir damla yaş. Özellikle Amerikalıların kullandığı kimyasal silahların (en fenası orange agent denen zıkkım) etkilerini gösteren bölüm feci. Adamlar resmen 4 nesli sakat bırakmışlar. Daha 2008'de doğan bebelerde bile çok ağır sakatlıklar görülüyormuş. Kollar, bacaklar eksik, bazen hiçbiri yok, çift eklemler (mesela çift dirsek), belden yapışık ikiz yavrular. Müthiş rahatsız ediciydi. Saigon'a yolunuz düşerse mutlaka gidin, insanların ne kadar kötü olabildiklerini hatırlamak için.

Ertesi gün Cu Chi tünellerine gittim. Önce
40larda Fransızlara, sonra Amerikalılara karşı kullanılmış çook büyük ve kompleks tüneller bütünü. 3 katmanmış, aile yaşayacak kadar büyük mağaraları da birbirine bağlıyormuş. Aile dediysem Vietnam ailesi. En büyük üyesi 40 kilo. Bizi de tünelde yürüttükler. Klostrofobiden ve nemden kendimi dışarı dar attım. O kadar ufak ki. Bir de silahlarla tünellerde süründüklerini, burada yaşadıklarını düşündükçe bir tuhaf oluyorum hala.

Akşam üzerini ve akşamı ise Hue'ye giden trende tanıştığım biriyle gezerek geçirdim. Saigon içinde yaşayan insanlar için bir şehir. Çok turistik aktivitesi yok. Biz de kafelerde oturarak vakit geçirdik. Ama siz illa macera istiyorsanız şehir içinde motorsiklete binmenizi tavsiye ederim. Roller coaster tadında. Bir de gece pazarları var. Çok özellikli değil ama görmeye değer. Kafeler akabinde gece pazarında gezdik bayağı bi. Sonra otelimden çıkıp geceyi geçirmek için hostele geçtim. Yaşasın hostel :) Sıcaktan ve nemden perperişan vaziyette duş almaya hazırlanırken odadaki kımkımlanan grup içmeye gidelim mi dediler. Ben yok yorgunum dedim ama ısrar edilince dayanamadım. Hostele niye geçtik yoksa değil mi? Sokaklara döküldük. Yerlerde bağdaş kurmuş oturuyor millet. Biz de katıldık.

Arada enseme ve koluma komacan kanatlı hamamböceği kondu. (Dilek tutup uçurdum yazışı. Bkz Fiji yazısı.) Neyse bu böcek meselesinden fazla bahsetmek istemiyorum. Velhasıl kelam beklediğimden çok eğlenceli geçen bi gece sonucunda hostele sabah 5'te döndük. Sabah 7'de bir tura katılmak için uyandım sürüne sürüne. Bu tur yüzer pazara götürüyordu bizi. Ama bayağı rezalet bir turdu. Sabah erken gidip pazarın curcunalı saatine yetişeceğiz sanmıştım. Fakat öncelikle 7 buçuk deyip 8 buçukta aldılar. Yolda saçma sapan yerlerde durdular. Oraya vardığımızda saat 11'i bulmuştu. Dinlenen satıcıları gördük ancak. Alıcılar gitmişti. Bir alışveriş görmedik. Üzerine geleneksel Vietnam müziği diye bir işkence çektik, Bayburt Bayburt olalı böyle çile çekmedi.  Siz yüzen pazar görmek isterseniz gece Can Tho'da kalın sabah erkenden Cai Rang pazarını görün.

Sonra turda tanıştığım 2 kızla önce yemeğe sonra da Sheraton'ın teras barına gittik. Sohbet muhabbet derken benim gece otobüsü saatim geldi, sınıra gideceğim ve Kamboçya'ya doğru tekneye bineceğim. Kalktık, taksiye bindik kızlardan biriyle. Taksici herif bizi yanlış yere götürdü.  Hem geç kaldım, hem de 30.000 dongluk yer 140.000 dong tuttu. Kavga ettik 100.000 verip indik. (Peki 40.000 dong kaç para? 2 dolar. Cinsiz işte. Versene adama parasını. ) Ben sonra dana gibi otobüse koşmaya başladım. Uslanmadığım için emminin tekinin motor taksisine bindim. Ana otobüs durağına giden minibüsün kalktığı yere gelince kaçırdın minibüsü dediler, Esenler'e git. Emmi zaten orda duruyordu, ben seni yetiştiririm dedi. Yarım saat ekstrem spor yaptık. Zaten karanlık, alt tarafı 40la gidiyoruz ama kelle koltukta, her yerden bir şey çıkıyor. Allahım nolur yol bitsin artık diye yalvar yalvar yalvardım.  Amca cidden yetiştirdi beni. Atladım yataklı otobüse, gözümü Kamboçya'ya doğru tekneye bineceğim Chau Doc'ta açtım. Beni Quang diye biri alacaktı. Quang'ı beklerken vize paramı hazırlayayım, pasaportun yanına koyayım dedim. Çantayı açarsın. Pasaport yok! Yok canım, burdadır, iyi bak. Yok! Bir daha bak. Bütün çantayı döktüm. Zaten bir minik sırt çantam var, bir de ufak çantam. Yok!!! Yok! Yok! Nefesim kesildi. Cümle kuramıyorum. My passport! My passport! diye çırpınışımı görmeniz lazımdı. O çaresizlik hissini hayatım boyunca unutmayacağım herhalde.

Dakika başı pasaportu kontrol eden, hostele, otele asla teslim etmeyen insanım. En son yüzen pazar turundan dönerken kontrol ettiğim aklıma geldi. Çok fena oldum. Ondan sonra 2 restoran, 1 bar, 1 hostele gittim, 2 taksi, 1 motortaksi, 1 gece otobüsüne bindim. Her yerde olabilir.  İnsanlar toplandı başıma. Çiğ bir sabah güneşi doğuyor. Çirkin 35 derece sıcak, daha sabah 6. Bir de başımdan aşağı kaynar sular indi indi de bitmedi. Yere oturdum, eşiniyorum eşyaların içinde. Yardım ettiğim Uruguay'lı bir çift vardı otobüste. Onlar da benimle çömdüler, eşiniyorlar. Herkes bize daha doğrusu bana bakıyor. Kimse İngilizce bilmiyor. Derdimi anlamıyorlar. Ben başı kesik tavuk gibiyim, nefes almayı unutuyorum. O kargaşada Quang geldi. Allahım İngilizce! Uruguaylı çifti yola koydu, onlar gittiler. Bana dur otobüsü bulalım dedi. Buldu. Aradım otobüsü taradım yok! Yüksek ihtimal otobüsten çıkar diye ummuşum. Kahroldum. Otobüsün önünde çöktüm. Quang beni kaldırdı, çayçı vardı bir tane, oraya oturttu, çay içirdi. Güneş çok sıcak. Kendimi tavada hamsi gibi hissediyorum. Yine de çayla sakinleştim azıcık. Şimdi çantayı bir daha dök dedi. Döktüm. Yok. Sana ne lazım dedi. İnternet dedim. En yakın evinde varmış internet. Motoruyla gittik. Bütün ailesini rahatsız ettim sabahın 7sinde. Dışişleri Bakanlığının sayfasına girdim. Büyükelçilik Hanoi'de. Yani ejderhanın ağzında. Hani ben ejderhanın mabadındayım ya.. Mealen şöyle yazmış Hanoi Büyükelçiliğimiz.

'Pasaportunuzu kaybederseniz Hanoi'ye gelmeniz lazım. Vietnam büyüktür. Hele Saigon'da kaybederseniz zor durumda kalabilirsiniz. Pasaportunuza iyi bakın.'

Annaaaam beni yazmıış.. Baştan aşağı bir kova daha kaynar su! Uçak bileti baktım. Dank etti. Pasaportsuz nasıl bineceksin?? Havayolu şirketlerini aradık, almayız uçağa dediler. (Sonradan büyükelçilikle konuştum, polis raporu ve büyükelçilik yazısıyla bindiriyorlarmış.) Ankara'daki 24 saat açık imdat mahsur kaldım hattıyla konuştum. Aldık kaydınızı, büyükelçilikle irtibata geçeceğiz. Ne zaman? 'Ne zaman ulaşabilirsek. Siz bu arada polis raporu alın.' Kör kuyuya taş atmış hissiyle telefonu kapattım.

Quang dedi sana polis raporu alalım. Motorla polise götürdü beni. Polis dedi ki yabancılar masasına gideceksiniz, ordan bir form alacaksınız. E o nerde? 50 km uzakta. Çaresizlik.. Quang dedi ben seni götürürüm. E sen çalışmıyor musun? İşten izin aldım dedi. Bu kadar fedakarlığı bu kadar saygılı yapan bir insan daha görmedim. Başka türde bir insan olsa böylesi borçlu kalmak istemem. Yaşa be dedim, benzin alalım parasını vereyim dedim. Olmaz, dedi, ben çok fakir bir ailede doğdum, insanlar bana çok yardım ettiler, İngilizce öğretiller, mis gibi işim oldu, şimdi sıra bende, sen de başkasına yardım edersin. Ben zaten ağlıyorum durmadan, bir de böyle söyleyince iyice döküldüm hüveee diye.

Velhasıl kelam 50 km gittik. Motorla 1 saati aşkın sürdü. İnsan trafiği değil çünkü. Neyse varıp içeri girdik.

- Form alacağdık.
- Ne formu kardeşim, bizde yok form falan.
...

 La havle ve la kuvvete..

50 kmyi geri geldik. Quang beni besledi. Otobüs buldu, Saigon'daki abisinin adını telefonunu verdi, beni abisiyle konuşturdu, o ilgilenecek artık seninle dedi. Otobüse koydu ve Saigon'a geri yolladı.

Yolda beni başkası evlat edindi. (Bu arada yolda ölümlü bir kaza olmuştu, 3 saat otobüs aynı yerde bekledi. Bazı günler herşey ters gidiyor işte.) Yeni velim sayesinde otel motel uğraşmadım, taksicilerle debelenmedim. Arkadaşının oteline koydu beni. İstediğinde ara diye telefonunu verdi.

Gece uyuyunca sakinleşirim sanıyordum ama ertesi gün ağlayarak uyanınca pek öyle olmadığını anladım. Bir önceki gün büyükelçilikten biriyle konuşmuştum, pasaport çıkması 3 hafta sürer ve süreç siz buraya gelince başlar, siz o yüzden bir şekilde buraya gelin demişti. O 3 hafta beklemenin bütün programımı alt üst edecek olması bozguna uğraşmışım ve yenilmişim hissiyatı yaratmıştı bende, gece uykuda da o his katmerlenmiş olsa gerek gözyaşları ile uyandım.

Ama yollarda ne öğrendim ben? Kabul et, adapte ol, devam et! Kendi kendini yemenin anlamı yok. Gülen yüzümü taktım suratıma ve bir daha görmeyeceğimi sandığım Saigon'un sokaklarına döküldüm. Defterimin bir sayfasına Vietnamca 'pasaportumu kaybettim, bulana 100 dolar vereceğim' yazdırdım. (Bu tavsiyeyi büyükelçilik verdi, daha önce böyle mucizevi şekilde pasaport bulan olmuş.) Ve gittiğim her yere bir daha gittim. Geçtiğim sokaklardaki motortaksicilere yazıyı gösterdim, azıcık deli muamelesi gördüm. Hostele gittim, güvenlik kayıtlarına baktım. Çok lazım suratımı gördüm kayıtlarda ama pasaportun esamesi yok. Arada bir kabullenme anı yaşadım. Polise gittim, ifade verdim. Hostel çalışanları yardımcı oldular. Karakolda nezarettekilerle tuhaf bakışmalar yaşadık bu sırada. Bir ara dinlenmeye oturdum, yolda tanıştığım yogacı bir arkadaşıma tavsiye sordum emaille, bana yoga kampları önerdi Hanoi yakınlarında. Onları araştırdım. Kafa yapımı yenilmişlikten kabullenmişe getirdim. Yine de son çare olarak Sheraton'ın barına gittim. Tabii orada da yoktu. E tamam yoga kampı o zaman diyerek asansörün zemin kat düğmesine bastım.

Otelden umutlar tükenmiş vaziyette çıkarken belki bindiğim taksiyi bulurlar diye otelin kamera kayıtlarına bakmak aklıma geldi. 1 saate yakın uğraştılar. Ben bu arada taksinin rengini hatırladım. Concierge'dekiler aa o şu şirketin taksisi dediler, yarım saat telefon görüşmesi üstüne telefon görüşmesi yaptılar. Karısının doğurmasını bekleyen adam gibi bekledim. Nihayetinde bir şöförün bir yabancı kadın pasaportu bulduğu ve ofise teslim ettiği, fakat Pazar olduğu için ofisin kapalı olduğu ve ertesi gün gidip bakabileceğim bilgisi geldi. Ben ikircikli bir halde kaldım. Sevineyim mi sevinmeyeyim mi? İçimde patlayan umut ışıklarını ne yapayım? Kendimi ertesi sabaha kadar nasıl oyalayayım?

Hadi dedim manikür yaptırayım. Yaptırmayanı dövüyorlar zira, Saigon'dan manikürsüz ayrılmayayım. Dizi dizi beyaz ya da çekik adamlar kadınlar koltukların üzerinde ellerini kibar kibar uzatmış kendilerini törpületiyorlar. Ben de eklendim aralarına. Ay şöyle oldu böyle oldu diye yanımdaki kadının kafasını şişirirken içeri turda tanıştığım kızlardan biri girdi. Kız beni Kamboçya'da sandığı için 3 saniye mavi ekran verdi. Hali beni baya neşelendirdi.

Kendimi oyalamak için birilerine hadi bir şeyler yapalım diyesim yoktu ama rastlaşınca akşamım dolmuş oldu. Barlar sokağında dolaşırken eski hostelimden sabaha kadar takıldığım gençlerle karşılaştık. Yine sabaha kadar parklarda barlarda vakit geçirdik. Ben de kendimi kendi umut firtınamdan kurtarmış oldum böylece.

Konu dışı ama bahsetmeden geçemeyeceğim. Bahsettiğim grupla parkta dolaşırken bize bir şey satmak isteyen bir amca yanaştı.  İngilizcesi çok iyiydi. (Çünkü normalde kimsenin ne konuştuğunu anlamıyorum. Nyavmyav.) Ben de 'amca senin İngilizce nerden?' dedim. İngilizce öğretmeniymiş. Vietnam savaşında Amerikalılara tercümanlık yapmış. Güney tarafinda askermiş. Enteresan şeyler söyledi. Amerikalılar bizi işgal etti diyorlar, halbuki onları biz çağırdık, dedi. Kuzey kazandı, komünizm kazandı diyorlar ama etrafınıza bakın sizce kim kazandı, bence kapitalizm kazandı, biz kazandık, dedi. Haklı olduğunu gördüğümden ne diyeceğimi bilemedim. Kimse bilemedi. Bakakaldık abinin arkasından.

--

Sabah zoynk diye kalktım. Taksi şirketi gelmeden önce arayın demişti. Aradım. Anlaşamıyoruz, dil bariyeri çok yüksek. Geleyim diyorum. Gelmeyin önce teyit edelim diyorlar. Yeniden bir çırpınma döngüsüne girmiştim ki beni kanatlarının altına alan yeni bir Vietnamlı peydah oldu lobide. Benim gülücük maskem erimişti bu arada, muslukları açmıştım. Öyle dağıldım ki 'git odana kendini topla, ben anlaşacağım bunlarla', diye beni yolladı. Aşağı indiğimde hala telefondaydı, eliyle bir taksiye işaret etti, ben de kuzu gibi bindim. Meğer bu arada anlaşmışlar ve benim pasaportum olduğunu teyit etmişler!!!! Havalara uçtum ama alçaktan uçtum. Yeni bir hayalkırıklığını kaldıramayacağım çünkü.

Uça uça şirkete gittik ve kayıp ofisindeki kadın elinde pasaportumu koyduğum su geçirmez plastik şeyle çıkageldi. Pasaportumu görünce o televizyondaki kayıp bulduran programlardaki insanlar gibi ağlamaya başladım. O zamana kadar pek inanmamışım bulunduğuna meğer. En kıymetli eşyam, dünyanın en pahalı pasaportu, kırmızı kaplı minik sevimli defteri elime aldım. Hayatımda bir objeyi bu kadar öptüğümü hatırlamıyorum. Her sayfasına tek tek baktım, okşadım deli gibi. Bütün şirket pasaportumla hasret gidermemi izledi. Güleceksiniz bu halime ama yine de birilerinin başına gelirse kendilerini aptal hissetmesinler, tepkilerin normal olduğunu bilsinler diye yazıyorum. Umarım başınıza hiç gelmez, hiç anlamazsınız niye böyle manyak gibi davrandığımı.

En enteresanı da nihayetinde pasaportumu düşürdüğüm taksi hangi taksi çıktı biliyor musunuz? Kavga edip 2 dolar az ödediğim taksi.. Bundan böyle kendimi ne kadar haklı da görsem az para ödeyip üzerime kötü karma çekersem ne olayım! Adam da insan çıktı. 'Arasın dursun pe..nk' (bkz Cem Yılmaz) diyebilirdi. Beni kör kuyularda merdivensiz bırakmamayı tercih etti.

Oscar kazanmışım gibi bir de teşekkür listesi yaptım. Bu süreçte beni sakinleştirip, motorunun terkinde ordan oraya götüren ve daha güzeli 'bana çok insan yardım etti, ben sana tabii ki yardım edeceğim, sen de başkasına yardım edersen ödeşmiş oluruz' diyen Quang'a, Saigon'a dönüş otobüsünde 'senin pasaportun benim ülkemde kayboldu, tabii ki sana yardım etmek benim görevim' diyerek beni kendine iş edinen, güzel bir otelde kalmama yardımcı olan ve akşam beni yemeğe götüren Hoan'a, Quang'ın Saigon'da yaşayan abisi olan ve ha bire arayıp bir şeye ihtiyacın var mı, seni bir yerlere bırakmamı ister misin diyen Hai'a, hostelin tüm güvenlik kayıtlarını tarayan ve benimle karakola gelen, ifademi tercüme eden My'ye, otelin güvenlik kayıtlarını tarayan ve taksi şirketiyle irtibata geçip şöförü bulan müthiş güleryüzlü Sheraton çalışanlarına, taksi şirketine telefonda derdimi anlatıp, sonra benimle beraber pasaportumu almaya gelen Tron'a çoook teşekkür ederim. Belki ömrümden ömür gitti ama bu sayede bu güzel insanları tanımış ve gerçek Vietnam insanını görmüş oldum. Umarım bir gün onlara da birileri böyle yardım eder ve ben de onların bana yardım ettiği kadar birilerine yardım etme fırsatı bulurum.

---

Pasaportumu elime aldığımda Vietnam vizemin bitmesine 14 saat kalmıştı. Büyükelçilik süre geçerse bir daha Vietnam'a girişinizde sıkıntı yaratırlar dediği için jet hızıyla bir uçak bileti aldım, polise pasaportu buldum diye haber verdim, hostele gidip bana yardımcı olanlara sarıldım, havaalanına koştum, uçağa bindim ve ' Çok şükür! Çok! Çok!' diye diye 2 gün gecikmeli olarak Kamboçya'ya kondum.

9 yorum:

  1. Yaşarken trajedi ama okurken komedi:)

    YanıtlaSil
  2. "Kafa yapımı yenilmişlikten kabullenmişe getirdim." .... (olaylar olaylar) .... manikür :)))
    Okurken pasaportu o taksicinin bulacağını hissettim resmen :)

    YanıtlaSil
  3. Allahım ben okurken ömrümden ömür gitti :) Çok geçmiş olsun yavru. Ama hikayenin en güzel kısmı "bana çok insan yardım etti, ben sana tabii ki yardım edeceğim, sen de başkasına yardım edersen ödeşmiş oluruz". diyen Quang. Vietnam'ı kardeş ülke ilan ediyorum :)

    YanıtlaSil
  4. pasaport kaybetme hikayesinin önceden bilmiyor olsaydım muhtelemen okurken kalpten giderdim - bundan mütevellit en bomba çıkarımım "kanatlı hamamböceği"?!?

    YanıtlaSil
  5. Duna resmen gerilim filmi tadında okudum yazıyı.. buldu mu bulacak mı mahsur mu kaldı diye.. Büyük geçmiş olsun... başka birşey kaybetmeden gezinin sonuna gelirsin umarım!! "En sevdiğim sayı 4" kuralından yola çıkarsak...Pasaport, kredi kartı, Foto makinası, telefon... bu listede foto mak ve telefona özellikle dikkat et yolculuğun sonuna kadar :) sürekli benim gibi oranı buranı yoklamayı ihmal etme :P

    Amerika'da okurken en yakın arkadaşlarımdan biri Vietnamlı Nga idi.. Ona da anlatıcam bu hikayeyi ve Vietnam halkının senin için seferber oluşunu :)

    Bu arada yazıyı okuduktan sonra 4. dünya ülkesi klasmanında değerlendirilen Vietnam'da sana bu kadar yardımcı olmaya çalışan insan varken "1." dünya ülkesi iddiasındaki Yeni Zelanda'da görevlilerin "ilgi ve alakası" ilk aklıma gelen şey oldu.. Gelişmişlik için referans noktası nedir acaba!!

    YanıtlaSil
  6. okurken karnıma kramplar girdi

    YanıtlaSil
  7. çok çok geçmiş olsun Tuna! gözümden yaşlar süzüldü. sinirlerim bozuldu. biraz hissettim yaşadıklarını. ama gülmedim de değil :) özellikle pasaportunun sayflarını öpme kısmında. kimsenin başına gelmez umarım. senin de gezinin sonuna kadar böyle büyük bir olay olmasın inşallah.

    YanıtlaSil
  8. Ay bloğuna ikinci kez yorum yapiyorum. Şu an ofisteyim, kahvem elimde bu yaşadıklarını okuyup, midemde hissettiklerini hissediyorum, pasaportu bulmana kendi pasaportummuş gibi sevindim T! Sanki bugün bulmuşsun gibi mutlu oldum.

    Kehkeh!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Üzerinden oldukça geçmiş yorumunuzun, yeni gördüm. Tarifsiz mutlu oldum okuyunca Umarım hiç başınıza gelmez diyeceğim ama şimdi o kadar tatlı bir anı oldu ki onu da diyemiyorum :))

      Sil