İlk planımı yaparken hazır Guatemala'dan Meksika'ya geçmem
gerekiyor, Belize üzerinden gideyim, bir ülke daha göreyim diye
düşünmüştüm. İyi ki de öyle yapmışım.
Miniminnacık bir ülke düşünün, nüfus 400,000 bile
değil. Karayip kıyısında, içinde
nehirler, ormanlar, bir sürü Maya tapınakları, adalar, resifler olsun. Bir de şöyle bir şey olsun, adı the Blue Hole
olsun - Tuna da orda yüzsün, şnorkel yapsın:
Karadan Belize'ye giriş yaptım. Girişte hemen birileri harita verdi. Herkes yardımcı, İngilizce biliyorlar. Sırtlarını bir güzel turizme yaslamışlar,
velinimet muamelesi sınırdan başlıyor.
Zaten eni 2 saatlik ülke.
Hemen Karayip kıyısına, Belize City'e vardım. Beklediğimden daha primitif bir yer çıktı. Sanki şehir inşaat halinde. Otobüsten iner inmez Galata Köprüsünün
altındaki balıkçılar gibi kollarımdan birileri çekiştirmeye başladı. Hey leydi diyorlar kom hia. Yürüyeyim dedim, herkes bir şey diyor, kafamı
çevirmiyorum, konuşmaya devam ediyorlar.
Bir yandan ertesi günkü otobüsü ayarlamaya çalışıyorum, ne saati
okuduğum şeylerle tutuyor, ne da bilet satılan yeri. Her kafadan bir ses. Herkes işin içinde. Birine bir şey soruyorum çevremde bir anda
bir halka oluşuyor. Bir de Dolapdere'de
okumanın verdiği alışkanlık herhalde üzerime gelen çok kara adam görünce topuk
hissiyatı kaplıyor içimi. Ay bana bir
sinir bastı. Burası benim fikrimce
fasulye ülke olduğu için pek okumamıştım.
Meğer bunlar böylelermiş, taciz etmiyorlarmış, sadece fazla arkadaş
canlısılarmış. Bir de kafamdaki
cameykalı gibi konuşuyorlar. İngilizce
sanırım ama değil. Hiçbir şey
anlamıyorum. Sonra biri bunun buranın
dili olduğunu anlattı. Adi Kriol. Broken English de diyorlar. Çok eğlenceli. Tarifi de şu: 'Siz nasıl sms yazıyorsanız,
biz de öyle konuşuyoruz.' Slm nbr
tadında. Her şey yarım. Aslında İspanyolca da kullanılıyor. Bir de yerel bir sürü dil var. Yanımdaki
insan biriyle selamlaşıyor, bak bilmem ne konuştum, hemşehrim diyor. Sanki ben farkı anlayabilecekmişim gibi.
Ben Madonna'nın şarkısındaki la isla bonita'ya yani güzel
adaya gitmeye çalışıyorum. Adı San
Pedro. Aslında internette bu adanın o
ada olduğuna dair bilgi bulamadım. Ama
kime sorsam burası olduğunu söyledi.
Burda yazmış şarkıyı.
Belize City'de beni illet edenlerden kendimi kurtarıp, bir
gölge buldum, yerel bira Belikin içtim, balık yedim. Sahil kasabası ya :) Yemek yerken gelmeden yaptığım planın işe
yaramayacağını farkettim, baştan plan yaptım.
Adapte oldum, rahatladım, sinirim geçti.
Sonra bu canavar geldi, pilot abiler inip kontağı kapatmadan
aldılar bizi mavi yeşil sular üzerinde uçurdular:
18 dakika sonra golf arabalarıyla dolu, egzos kokusu
Mecidiyeköy'deymişimcesine geniz yakan bir yere indik. Noldu ya? Ben şarkı söyleye söyleye
geliyordum aaay fel in laaav vit San Peeedro diye. Ben aşık olunacak bir şey göremedim bir sure.
Yine 80 kişi yardımcı oldu, bir teyze beni golf arabasına
aldı, otelimin önüne bıraktı.
Hostellerden sonra biraz yalnız kalmak çok iyi gelecek. Yerleştim, beni ertesi gün the Blue Hole'la
götürecek insanla otelin lobisinde buluşacağım.
Anglo-sakson bir ismi var. Ben
akça pakça birini beklerken, süper neşeli çikolata renkli bir Michael
geldi. Otelde oturdu benimle bayağı bir
sohbet ettik. Beni otelin barında -bar
dediğim avlu gibi bir yer- insanlarla tanıştırdı. Bende o zaman ışık yandı, ha bunlar mutlu
insanlar diye. Ondan ve diğerlerinden
inciler aktarıyorum.
- 'Biz burda hiçbir şeyi kafamıza takmayız. Burada stres bulamazsın.'
- Tanıdık tanımadık 4 kişiden: 'Burası cennet.'
- Tanıdık tanımadık 6 kişiden 'Bu adada hayat güzel adamım.'
Ehe.
- '8de işte olmamız gerekirse 8.10'da evden çıkarız.'
- 'Belize saatiyle 5buçukta gelirim.' Yarım saat geç geldi.
- Ben hızlı hızlı bir yere yürürken 'Burda bu kadar hızlı
yürümeyiz. Ayakkabılarını çıkar ve
yavaşla. New York'lu musun?'
- Guatemala ile olan sınır anlaşmazlığı ile ilgili 'Onlardan
korkmuyoruz, gelirlerse onları sevgiyle yeneriz' - gönüllerin şampiyonu
plaketini buna veriyorum.
- Ben çantamı sırtlamış gitmeye çalışırken tanımadığım bir
insan 'Neden gidiyorsun, gitmek zorunda değilsin.'
Ve yolda herkes illa ki merhaba günaydınlaşıp nasılsın hayat
nasıl diye soruyor. Diğer gittiğim küçük
şehirlerde de herkes birbirine gülümsüyor ve selam veriyordu. Ancak böylesine ilk defa şahit oluyorum.
Bu turiste karşı takınılmış maske mi yoksa hakikaten böyleler
mi diye sorgulayabilirsiniz. Zira
tercüme biraz yapmacıklaştırıyor ifadeleri.
Ama o Karayip aksanıyla duysanız, siz de benim gibi inanırsınız. Biraz uzun kalıp bu havaya girerseniz
memlekete hiç dönemeyebilirsiniz.
--
Aptal gibi 7'de uyuyup 2'de uyandigim bir Karayip gecesinin
kör karanlığında, saat 5'te yola döküldüm, biri beni geldi aldı, motorunun
terkinde tekneye götürdü. Teknede sadece
ben vardım, başka bir adaya gidip 15 kişi daha aldık. Giderken de yolda güneşi Karayip üzerinden
doğurduk. Çok güzeldi! Tayfa da cinsti oldukça. Öteki adaya giderken sohbet ettik bol bol,
dönüste de birami eksik etmediler. Bütün
gün iyi misin iyisin eğleniyor musun bir şey ister misin diye benimle
ilgilendiler. Hepsi dalgıç 3 insan. Durduk yere ve/veya soranlara 'Kendimi bugün
çok seksi hissediyorum' diye bağıran dünya göbeklisi bir abi, dışı cool içi
komik 'tüm işi ben yapıyorum lan' kaptan ve zıpzıp 'babaannem hastalanınca ot
iç dedim, içmedi, öldü' abi. Dumenin
arkasinda, sarili ve arkadaki gozluklu:
2,5 saat Karayip'in fırtınasından, yağmurundan, güneşinden
geçtik. Havası yer yer soğuk ama
uzattığım ele atlayan sulardan anladığım kadarıyla suyu hep sıcaktı. Renk mavi, turkuaz, gri, yeşil, siyah,
lacivert ve bunların kombinasyonlarıydı.
Mavi deliğe geldik ve Karayip'le müşerref oldum. Resifteki renkler dışında bir farklılık yoktu
şu ana kadar girdiğim sulardan. Bi de
gördüğüm benim kadar köpekbalığı. Sakin
sakin altımızdan yüzdü gitti. Şnorkel
rehberimiz o balık şu balık diye anlattı ama benim aklımda şöyle kaldı: Dalton
balık (sarı siyah çizgili), sedefli tavla balığı (başka tarife hacet yok), fosforlu cevriye balık (kendi morcivert
çevresi fosforlu), kıvırtık balık (yeşil etekleri olan ve onları filifili yapa
yapa giden), beyin gibi resif, maya kalıntısı desenli resif, mor sarı yeşil
resif.
Bir dünya güzeli yerde daha şnorkel yaptık, sonuncusunda da
ben daldım. Bir de şöyle bir adada yemek
yedik. (Olmazsa olmazları pilav ve fasulye ve tavuk.)
Adada kırmızı ayaklı booby kuşu (dünyada sadece burda
varmış, mavi ayaklısı Galapagos'taymış), frigate kuşu, hermit yengeci gibi
yaratıklar izledik.
Paha biçilemez bir gündü.
---
San Pedro adasının çevresi bizim standartlarımızda yüzülecek
gibi değil. Yosunlu ıyy. Aman giderseniz hayal kırıklığına
uģramayın. Ama resifleri mükemmel. Manzalari soyle:
Bunlar dışında da yapılacak onlarca şey var Belize'de. Temiz 10 gün geçirilebilir. Misal cave tubing
diye bir aktivite var, çok aklım kaldı.
Ama unutmamak lazım herşey Belize saatiyle. Misal Meksika'ya giden bot, botun ve gümrük
görevlisinin geç gelmeleri sebebiyle 45 dakika geç kalktı. Çok planlamamak gerek.
Bir handikapı da her yer cıvır cıvır yaşlı Amerikalı turist
kaynıyor. Çok şükür benim tekne grubum
öyle değildi.
Sonuç:
belize... evet... (şaşkınlık ve aklın kalması) kesinlikle gidilmesi gereken bir yermiş. bu ütopyayı yaşamak gerekiyor sanırım :) yazdım kenara.
YanıtlaSil"Neden gidiyorsun, gitmek zorunda değilsin" diyeni sevdim. Bilmiyor ki bu kız en sonunda İstanbul'da dönüp çamaşır yıkayacak :)) Okyanus fotoğrafları da süper! Ama en süper okyanus fotoğrafı henüz daha çekilmemiş olan ;)
YanıtlaSilYalnız bu okyanus biraz bulanık mı ne Duna Gızım :P Nerede Whitehaven Beach, nerede Belize Mavi Deliği :D
YanıtlaSilfifty shades of blue <3
YanıtlaSil