Nerdeyim?

24 Ocak 2014 Cuma

Küba - II - Havana

Havana'daki 3 tam günümüz vardı.  Her bir gün tuhaf bir şekilde kendi içinde bir bütünlük arzediyor.

İlk gün - Şaşkınlık

Geldiğimiz ilk akşam Hemingway'in müdavimi olduğu iki bardan biri olan ve daiquiri denen güzel içkinin icat edildiği Floridita'ya gittik.  Yazarımız bu içkinin icadına yardımcı olmuş ve bir keresinde 13 duble içmiş bir oturuşta.  Midesi sağlam adammış, buz dolu o içki.

Sabahsa yollara döküldük, müze, rom müzesi gibi olmazsa olmaz duraklarımızı yaptık.  İlk şaşkınlığımız bizim sokağın köşesinde olan mutfak malzemeleri satan dükkanda Paşabahçe rafları altında Güral Porselen bulmak ve bir tabağın 10 dolar civarı bir paradan satıldığını görmek.  Sonrasında ise şaşkınlığımız hiç geçmedi.  İlk notlarda yazdığım şeylere şaşıra şaşıra ve sindirmeye calisarak geçirdik tüm günü.  Fotoları bir sonraki post'a koyuyorum.

İkinci gün - Şanssızlık

İlk gün çoğu durağımızı yapmış olmanın rahatlığıyla rahat rahat gezmeye başladık.   Elimizdeki kitaba göre listemizi hallededememiz için bir sebep yok.  Fakat bazen olmuyor işte.

Devrim meydanına gidip devrimin mimarlarına selamımızı verdik, 1 Mayıs'ları hayal ettik.  Hadi Devrim Meydanı'ndaki Jose Marti anıtına çıkalım.  'Asansörü bozuk, 5-6 aya yapılır.'

Yakınlarda üniversitesi var, devrimin yarattığı eğitim imkânlarının havasını soluyalım.  'Hayır haftasonu kapalı, sadece sınavı olan öğrenciler girebilir, sizi alamıyoruz.'

Puro fabrikasına gidelim.  'Fabrika taşınmış ve sadece haftaiçi tur var.'

E tamam oturup bir kahve içelim.  Bir türlü kafe bulamadık.  En sonunda güzel sanatlar müzesinin kafesine attık kendimizi.  Benim gelirken havaalanında checkin sırasında tanıştığım Amerikalı yaşlı bir çift vardı.  Onlarla karşılaştık orda.  Oturduk, sohbet, muhabbet, bize kahve ısmarladılar.  Biraz taciz edilmeden biriyle sohbet etmek bizi mutlu etti.  Sonra yemek yiyelim sakin sakin dedik.  Tatlı çiftimizin tavsiyesiyle çok güzel bir restorana gittik.  Spesiyali frozen mojitoymuş.  Geri durmayız, ikişer içtik. Oh pek ala.  Hah dedik şimdi şansımız dönüyor.  Bir şehir turu otobüsüne binelim de şehrin dışını da görelim.  Yok canım, siz şöyle kenara çekilin.  Otobüste tur mu yaptık, dayak mı yedik belli değil.   Deli rüzgarı da yiyince benim yorgun vücudum yalnız olmamanın verdiği rahatlamayla kendini bıraktı.  Frozen mojitolar döndü midemi tırmaladı, önce mideyi üşüttüğüm anlaşıldı, sonra da ateşim çıktı.  E bir poşet ilacın vardı çocuğum?  Fakat Meksiko'dan beri sadece ufak sırtçantamla geziyorum, ilaç da almadım yanıma.  E o zaman, Saturday night fever!

Yani eğer Belize yazıma nazarınız değdiyse, o nazar çıktı.  Üstüne ertesi gün de sırtım tamamen cart diye soyuldu.  Bitmiştir umarım başıma gelecekler.  İlgili makamlardan nazar duası talep ediyorum!

Üçüncü gün - Kandırıkçılarla Mücadele

Son gün ilk aktivitemiz Devrim Müzesi'ni gezmekti.  Yolda bir bakkal dükkanı gibi bir yere girip incelemeye koyulduk, en büyük merakımız yaşam standardı ya hani.  Biz bakınırken genç bir adam, bizi yakaladı bilgi vermeye başladı.  Burası yabancı marketi, bizler şu arkadakinden alıyoruz.  Aylık şu kadar şeker kotamız, diş macunu vs kotamız var.  Bize birisinden karne isteyip gösterdi.  Biz çok sevindik tabii:



Sonra asıl hikaye başladı.  Puro almak için fabrika çok pahalı, ayda bir devlet, işçi cooperativa'sına haricen satış izni veriyor.  Bir de güzel anlatıyor.  Sağdan soldan da birileri onaylıyor.  Kaç kere uyardı bizi Mercedes sokaktan almayın diye, buna rağmen inandık inanacağız.  Son saniyede kendimizi silkeleyip adamı savdık.  Bir de hala diyor ki 'Biz Küba'da birbirmize yardım ederiz.'  Belli canım, turist kandırma collectiva'sı kurmuşsunuz.  Biz yakamızı kurtardık.

Adamdan kaçıp Devrim Müzesi'ne kavuştuk :)


Çıkınca benim yüzümden kendimizi iki kadınla sohbet ederken bulduk.  Bize tavsiyeler veriyorlar.  Konuşa konuşa bir salsa barın önüne geldik.  Girer misiniz?  E iyi hadi madem, gündüz gözü, bar da dışardan gözüküyor.  Oturduk, içecek söyleyeceğiz.  Sanki benim 5 kere sorduğum mojito kaç para sorusu teflon garsondan akıp gidiyor.  Nihayet 5 dedi.  Hadi biz içiyoruz.  Kadınlar bize de ısmarlar mısınız dediler.  Battı balık, bir tane paylaşsınlar diye ısmarladık.  Sonra yan masadaki gringolar hesaba isyan etti.  Biz de akabinde kolumuzu kaptırmadan, ooooldu canım diye apar topar çok da zarar görmeden fırladık.  Bir de burda hesabı yanlış getirme, yok onu sipariş verdin, vermedin kavgası, eksik para üstü getirme çok yaygın.  Sürekli bir alarm halinde olmak lazım.  Yorucu olabiliyor.  2 İstanbul çocuğu, yorulduk biz.

Yorgunluğa yorgunluk katmak için, akşamüstü sahil kıyısında boy gösterdik, halkın Pazar eğlencesine şahit olduk.  Yapılacaklar listesine girsin.  Oldukça keyif aldık.  Patlamış mısır yedik, tuzsuz, soğuk ama tanıdık bir tat.  Küba'nın dünya mutfağında hiç bir iddiası yok.  Memlekette adam gibi bir şey yetişmiyor zaten.  Zevkine değil doymaya yedik genelde.  Patlamış mısırdan bahsetmem tuhaf geldiyse diye açıklayayım dedim. :)

Akşamsa Cumartesi akşamı ateşlenmem sebebiyle Pazar'a sarkıttığımız Küba gecelerini gözlemleme planını harekete geçirdik.  Sorduğumuz herkes la casa de la musica'yı tavsiye ediyordu.  2 tane varmış Havana'da, biz kendi casa'mıza yakın olana saat 10 civarı teşrif buyurduk, daha açılmamıştı.  Madem öyle Hemingway abimizle Floridita'da birer daiquiri içelim.  İçtik.  11'de geldiğimizde kapıda sıra vardı.  Önce kalabalığı çözümleyemedik.  Sonra bir baktık sırada az sayıda bizim gibi ecnebi, bir takım hanım kızlar, üzerlerinde el kadar elbiseler ve kafam boyunda topuklar, sıranın dışarıda onlara mekanın giriş parasını veren ama dışarıda bekleyen adamlar.  Bundan sonrası 10CUC'a hayat dersi.  Ve kesinlikle Küba'ya özel değil.  Bize şahitlik etmesi buraya düştü.

Sırada baktık herkes bizim önümüze geçiyor, ben bodyguardlı diğer geçişe (dilim varmıyor VIP demeye) gidip, altın dişli bodyguard'a 'gringoları burdan aldın, ben de gringa'yım, beni de al' dedim.  Haddinden fazla yetki verilen her insan gibi yetkisini olumsuz kullanacağı intibasını bırakacak bazı hareketler yapıp sonunda kapıyı açtı, tam geçerken benden bir tane daha var dedim, kuzen ve ben geçtik.  Bu arada kılığımızı anlatmalıyım.  Lens takmaya zahmet etmemişiz, iki kemik gözlük, ikimizde de siyah pantolon, siyah yağmurluk, hele benimki bol maskülen gezgin pantalonu, ayakta babet, makyaj tabii ki yok.  Zaten gündüz de uzaylıydık, şimdi başka bir boyuttan gelmiş gibiyiz.  Girip bir masaya oturtulduk.  İçerisi o hanım kızlardan kaynıyor.  Ağızlarında hırsla çiğnedikleri birer sakız.  Bekliyorlar.  Sağda solda bizim gibi pısmış ecnebiler.  Burası gerçekten turistlere tavsiye edilen bir yer olabilir mi?  Derken belli ki raconu bilen ve dünyanın her yerinde ve her zaman diliminde kral olan iki beyaz göbekli erkek, bir şişe Havana Club romu garsona taşıtarak giriş yaptılar ve ön masamıza oturtuldular.  Hayatımda hemcinslerim adına böyle utandığımı hatırlamıyorum.  Bir anda o hanım kızlardan hiç mübalağasız 15 tanesi adamların masasının çevresinde halka olarak kendilerini beğendirmek için dansetmeye başladılar.  Ortalarına yem atılmış hayvan sürüsü gibi.  Bizim şaşkınlıkla izlediğimiz bir süreç sonucunda adamlar seçimlerini yaptılar.  İlk yarışı kaybeden kızlar, ortalarda dolaşan diğer beyaz adamların yolunu kesip kendilerini beğendirmeye çalıştılar.  Biz bu durumu biraz şaşkınlık, bolca üzüntü ile 1 saat kadar izleyip, dışarıda kızları bekleyen adamlara öfkelenerek ve aklımızla çalıştığımız için şükrederek Havana gecemizi noktaladık.  Sabah kalktığımızda durup durup 'o neydi öyle ya!?' diyorduk hala.

4 yorum:

  1. O ünlü purolardan tüttürdük dememişsin - içmediniz mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İçildi, fabrikaya da gidildi. Seninki de Temmuz'da geliyor. :)

      Sil
  2. Demek ki sistem ne olursa olsun o en eski (ilkel) dans aynı kalacak. Hemcinslerimiz bunu seçiyorsa yapacak bir şey yok hakikaten...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tercih diye düşünmek istemiyorum, ilk kurban kadın oluyor hep. Özellikle ülkeden çıkmak için davetiye maksatlı yapılıyormuş bu olay. Uzun vadeli bir plan yani. Çok fenaydı çok..

      Sil