Nerdeyim?

8 Ocak 2014 Çarşamba

Meksika - l - Meksiko

Son 3 günümü Meksiko ve çevresinde debelenerek geçirdim.  O kadar devasa bir şehir ki, Rodrigo olmasaydı çok zorlanırdım herhalde.  Elimdeki harita benim boyumda ve 2 taraflı.  Anca sığmış.  Merkezi 8 milyon ama çevresiyle beraber yaklaşık 20 milyon.  Dolayısıyla trafiği de feci.  Sabah 6'da evden çıktığımızda sokaklar insan dolu.  Rodrigo'nun evinde Japon bir kız oda kiralamış, her sabah işe gitmek için saat 5buçukta evden çıkıyormuş, yoksa gelen otobüsler dolu oluyormuş ve binemiyormuş.  Sen kalk dünyanın en düzenli memleketinden gel bu şartlarda yaşa.   Pek aklım basmadı.

İlk gün Meksiko yakınlarında Tepoztlán diye bir kasabaya gittik.  Şehrin çok kendine özgü ve mistik bir havası vardı dediler.  Hakikaten çok hoş bir yerdi.  İster istemez biraz turistikleşmiş tabii.  Ama yine de çok güzeldi.  Asıl atraksiyon kasabanın yanındaki dağa kurulmuş olan bir tapınaktı.  Toltekler diye bir uygarlığa ait diyorlar.  Tanımayrum kendilerini.  Küçük bir tapınaktı ama asıl olayı oraya çıkmak için 1,5 saat boyunca dağa tırmanmak!   Biz 4 kişi gitmiştik.  Dinlene dinlene çıkmamız eğlenceli oldu.  Asıl aklımın almadığı yaşlı çocuklu bebekli Insanların neden ve nasıl oraya tırmandığı.  Kolay değil, oldukça dik bir yol.  Ben 2 kere ölüyordum.  Nasıl sırtına bebeni alıp çıkarsın?

İniş de bir o kadar sürdü.  İnince kendimizi bardakta meyve, sebzeyle ödüllendirdik.  Ama bizim yediğimiz gibi değil.  Bildiğimiz hıyar, üzerine chili sosu döküp, limon sıkıp yiyorlar.  Meğer herşeyi öyle yerlermiş.  Haşlanmış, közlenmiş mısır yiyorlar.  Ona da döküyorlar.  Bira içiyorlar.  Bardakların ağzı önce chiliye giriyor, sonra içine bira dökülüyor.  Acaip misiniz yahu?



Ama herşeyleri bizim gibi de üzerinde biraz acı sos var.  Trafiği, metrosi şehirleşmesi, devlet ihalaleri, yenilen rüşvetin boyutları.  Bizde gazeteciler tutuklu, onlarda kartel tarafından öldürülmüş. İnsanının da sadece tipi farklı gibi hissettim.  Güzel bir metro ve metrobüs ağı var bu arada.   Ama metrolarından içi rezalet.  Bir seyyar satıcı fenomeni var, aklım durdu.   Cinco pesos, diez pesos diye bağıra bağıra oyuncak, dergi, vitamin, pil falan satıyorlar.  3 - 5 değil yani.  Her durakta 2si iniyor 2si biniyor.  Bir de CD satanlar var.  Almışlar sırtlarındaki çantalara müzik seti, ellerinde seyyar CD çalıcı şey (ne denirdi ona?).  Gümbür gümbür çala çala metroyla gidiyoruz.  Metro boş değil bu arada, ağzına kadar insan dolu.  İtiş kakış.  Bunlardan birine denk geldiğimiz anlardan birinde bir de köpükten balon yapan oyuncaklar var ya onları satan bir adam bindi.  Biri bir yandan mariachi çalar bangır bangır, öteki balonlar yapar, kafamıza balonlar yağar.  Bildiğin sirk!

İlk akşam bir de Rodrigo'nun bir arkadaşının evine gittik.  Meksikalılarda bir adet varmış.  Her Ocak 5'te 3 bilge adamın İsa'ya doğumunun akabinde hediyeler getirmesini kutlamak için ailecek toplanıp özel bir ekmek kesiyorlar.  Bu olaya Rosca de Reyes deniyor.




Ekmeğin içinde Meryem, 3 bilge adam ve bebek İsa' yı (el niño) temsil eden minik oyuncaklar oluyor.  Ailenin her bireyi ekmekten bir dilim kesiyor ve içinde bu bebeklerden arıyorlar.  El niño'yu bulan 2 Şubat'ta aileye yemek hazırlıyor.  Bir de aynı gün çocuklar istedikleri hediyeleri bir kâğıda yazıp balonlarla gökyüzüne bırakıyorlar.  Ertesi gün istedikleri hediyeleri aileler çocuklara veriyor.  Biz de Cumartesi günü Rodrigo'nun arkadaşının evinde, Pazar günü de evde bu ekmekten kestim.  Baya olaya hakimim yani, çok şükür bana el niño falan çıkmadı.  :)

2. gün de şehrin içini gezdik.  Önce Frida Kahlo, Diego Rivera ve Trotsky müzelerini gezdik.  Frida ve Diego'nun çalkantılı ilişkilerinden etkilenmiş olmalı ki Pingu o civarda beni terketti.  HAVAAAR DOSTLAR HAVAAR!  Yastayım..  Çok özledim miniği..  Yardımlarınızı bekliyorum.

Sonra merkezdeki olmazsa olmaz yerleri gezdik. Bu arada Rodrigo dedi ki 'Bizi önce İspanyollar tokatladı, şimdi Amerikalılar.   Sıra Çinlilerde herhalde.'  Konuyla ilgili olarak:  Aztek tapınağı Templo Mayor'u da gezdik.  Bu tapınağı İspanyollar geldiklerinde (1521 sanırım) yıkıp tepesine katedral kondurmuşlar.  Biz gezerken yan sokaklardan İngilizce öğrenme CD'si sesi geliyordu.  Her gelen üstünlüğünü o alanda kurmaya çalışıyor herhalde.  Tarihi güzel özetleyen bir andı.

3. gün meşhuuuur Teotihuacan'a gittim kendim kendim.  Giderken şehrin yamuk kısımlarına da şahit oldum.  Fakat bindiğim otobüste çok soygun oluyor dedikleri için kıymetlilerim yine tatil yaptı.

Yalnızken resim çektireceksem, çekiklere veriyorum.  Hem güvenilir oluyorlar, hem de güzel çekiyorlar.   Bu kuralım sayesinde bir Japon buldum.  Tokyo'da bir üniversitede hocaymış.  Akademik turizmdeydi..  Üniversiteden round the world bileti almış.  Oh keyfi iyiydi valla.

Maalesef Pingu'm buraları göremedi..



Günün geri kafanında capon capon takıldık şehir merkezinde.  Akşamsa Rodrigo'yla yemek yedik.

Bu arada herşeyi tortillaya sarıp ekmeğin altına üstüne koyup yiyorlar.  Yemeklere bayıldım.  Dakka dokuz taco yiyorum. Bildiğimiz mini dürüm.  Çok güzel çok.

Meksiko'yu sevdim fakat yaşanmaz.  Rodrigo beni arabayla taşımasa, her şeyi anlatmasa, annesi ve teyzesi her gün bize kahvaltı hazırlamasa gezmeye bile zorlanırdım.  Böylesi dert çekeceksem Boğaz'ı olan bir yerde yaşarım.  Öyle bir yer bilen?

5 yorum:

  1. Pingu'ya çok üzüldüm, bari Patogonya'da terketseydi, buzullar falan.

    YanıtlaSil
  2. Ne oldu Pingu'ya? Benden buraya kadar deyip Turkiye ucagina mi bindi? Ne zaman geliyor? Karsilayalim...

    YanıtlaSil
  3. Bahadir gelmeye hazir Tuna'cim - just say the word!!

    YanıtlaSil
  4. Pingu'yu ikame edemeyiz elbette ama Berlin'den benzer bir şey ister misin? Wombat tadında :)

    YanıtlaSil
  5. Üzülme Duna Gızım.. Östralya'da Koala'ydı.. Kanguru'yde.. kırt kırt çim biçme makinesi tadında Wombat'tı neyin birşey bulursun :D

    YanıtlaSil